Gerçekler önümüzdeyken – Ulus ırkad

496

Türkiye’de tek kişi iktidarının oylanması demek olan referandum destekçileri maalesef serbestçe ellerini kollarını sallayarak Kıbrıs’ta da kampanyalarını başlattılar. “Hayır” oylaması birçok kısıtlamalara uğrarken, “Evet” oylaması bilhassa camilerde örgütlendi ve sokaklarda bile kampanyasını sürdürmesi için bayağı pespaye bir biçimde propagandasını yapmaya devam etti. Avrupa ülkeleri bu manasız kampanyaya bir şekilde onay vermediler ve Türkiye’deki AKP iktidarına karşı cephe aldılar. Pek tabi ki bunlar olurken Recep Tayyip Erdoğan dahil AKP hükümeti onlara sanki de haklıymışlar gibi savaş açtılar. Almanya, Hollanda ve Danimarka gibi ülkeler onlara kapı açmazken, başka kanallardan bile onları engellediler. Oysa tam o sırada Bulgaristan gibi bir AB ülkesinde, AKP iktidarı seçimlere müdahale etmeye çalıştı ama bunda da başarısız oldu. Kendinde müdahale etme ve istediği gibi davranma hakkı gören bu anlayış belli ki AB ülkelerinde pek taraftar bulamadı. Kendi vatandaşlarından bazı kesimler bu sırada mitingler yaparken, oradaki polis güçleri tarafından dağıtıldılar. Oysa şuna da parmak basmak gerekir ki maalesef Türkiye Cumhuriyeti 1976 yılından başlayarak Kuzey Kıbrıs’ın seçimlerine devamlı müdahale etti. Buradaki seçimleri ve memleketin geleceğini etki altına aldı veya değiştirdi. 1981 seçimlerinde rahmetli  Sayın Ziya Rızkı’ya karşı yapılan müdahale  ve gene seçimleri açık bir şekilde kaybetmesine rağmen, UBP’yi iktidara getirme çalışmaları da, o günlerdeki arşivleri araştıranlara kaynak olacaktır. Maalesef, yozlaşma veya bozukluk da Kıbrıslıtürk demokrasisinde o günlerde başladı ve daha da bugünlerde artarak devam etti. Kıbrıslıtürklerin siyasal iradelerinin ayaklar altına alınması, şimdilerde sanki de Anadolu sokaklarıymış gibi AKP’nin ve eğer referandumda başarılı olursa diktatörlüğünü ilan edecek olan başının kampanyaları, aslında tarihsel zemin olarak 1976’lı yıllarda başlamıştır.

Peki ülke yozlaşmıştır da ülkenin solu daha mı sağlam kalmıştır? Bugüne kadar irade konusunda hiçbir müdahalede bulunmayan, ciddi bir irade savaşı vermeyen ülke solu da, yozlaşmadan payını almış ve ülkeyi bugünkü aşamaya getirmiştir (YKP’yi ve meclis dışında mücadele veren partileri yazım kapsamamaktadır. Daha fazla meclis içindeki partilere eleştirim). 1981, 28 Haziran seçimleriyle ülkedeki sol partiler de diğer sağ partilere benzemişlerdir ve 2003 yılında kadar bu böyle devam etmiştir. 2003 yılına geldiğimizde, Güney Kıbrıs veya Kıbrıs Cumhuriyeti AB üyesi olurken, üzerine serptikleri ölü toprağını, kitlelerin maalesef zahiri olarak liderlik görünse bile lidersiz ve amaçsız hareketi ile yönlendirmeye çalışmışlar, muhalefet partilerinden biri hem hükümette dominant olurken hem de devleti eline geçirmesine rağmen, daha sonraları başarısız çıkarak, yani kayalara toslayarak başarısız olmuş, kitleler de aynen 2003 öncesine dönmüşlerdir. Bu muhalafet partisi de somut koşulların gereği olarak siyasal iradenin başka bir ülke tarafından müdahaleye uğraması analizini yapamamış, hem ideolojik olarak siyasal kurgulaması evrensel olarak iflas ederken, içte de şimdilerde olduğu gibi politikaları artık çökmüş bir duruma gelmiştir. Somut koşulların somut tahlili bilindiği gibi solun yapması gereken gerçekçi tahlillerdir. Benzerini şimdiki Cumhurbaşkanı da görmüştür. O da çözüm yapacağım iddiasıyla ortaya çıkmış ama gerçeklerle yüzleşerek şimdi aynen İkinci Cumhurbaşkanı gibi statükonun dilinden konuşmaya başlamıştır. Daha ilk günden Türkiye’nin siyasal iradeye karşı çıkmasıyla karşılaşmış ve bir açmaz yaşamıştır. Kıbrıslıtürk sol partilerinin öncelikle vermesi gereken kavga kendi halklarının Türkiye’ye karşı siyasal irade gücünü kazanmalarıydı ki maalesef bu açmazda olunduğu için, her zaman için seçilenler benzer  engellerle karşı karşıya kalacaklardır. Bu konuda hükümete ve meclise gelenlerin öncelik konusu bu olmalı ve bu konuyu Türkiye ile şöyle veya böyle çözmeleri gerekiyordu. Bu konu maalesef hala daha bırakın iç sorunlarda, artık dış Kıbrısla ilgili çözüm ve konularında da çıban başıdır ve solda da büyük hatalar vardır. Elbette Güney’in de hataları vardır. Elbette Güney’de şövenizm ve ırkçılık hakimdir. Peki ya bizde? Bizim ülkemizde siyasal irade var mıdır? İstediğimiz gibi seçim yapabiliyor muyuz?  Diyelim  ki Anastasiades haksız ve elbette fevri davranışları vardır. Bunu da devamlı yapıyor. Peki bizim yapmamız gereken nedir? Bana göre başka çözüm yolları bulup Güney Tarafı’nın masada kalmasını sağlamak ve bir çözüme gitmek… Veya bir çözüm için onları zorlamak… İlla ki KKTC veya ne bileyim ne iddialarla ortaya çıkmak bana göre mantıksızlık. Buna da eninde sonunda Kıbrıs’ta yaşayan insanlar halklar karar vereceklerdir. KKTC’yi kuranlar bile savunamadılar ve tanıtamadılar. Bu gidişle olacağı yoktur. Ama bizim elimizde uluslararası hukuk, insan hakları ve evsensellik olarak birçok silah da olabilir.Öncelikle kendimizinkileri ortadan kaldırarak, bu değerlerle dünya kamuoyunun önüne çıkmak, Kıbrıslıtürk halkına büyük fırsatlar  verecektir. Bunları akıllı bir şekilde ortaya koymamız gerekir. Bu arada dünyaya inandırıcı olacak olan tutum, Kıbrıslıtürklerin Türkiye’den bağımsız siyasal iradelerini ortaya koymalarıdır. Gizli meclis kararları ile hala daha savaş ve toprak alma konusunda kararları olan bir ülkeye kimse itibar etmez. Türkiye hem demokratikleşmeli hem de Kıbrıs konusunda buradaki Kıbrıslıtürklerin siyasal iradelerini engelleyen yasa ve tutumlarını değiştirmelidir. İsveç, Danimarka, Hollanda, İsviçre ve Almanya’da yapamadıklarını da Kuzey Kıbrıs’ta yapmamalıdır. Bulgaristan’da yapamadıklarını burada da yürürlüğe koymamalıdır.

Türkiye, Kuzey Kıbrıs’ta oydaşma ve oylamalara müdahale tavırlarından vazgeçmeli, kendi ülkesinde de demokratikleşmeye önem vererek, despotluk ve diktatörlük hatta Abdülhamit’i anımsatacak yasa ve yönetimler değil, tüm dünyaya ve Orta Doğu’ya örnek olacak, demokratik cumhuriyet modeli, oydaşma ve demokrasi örneği  sergilemelidir. Türkiye kişiye dayalı despotluklarla ve de rejim değişiklikleri ile ne dünyaya, ne kendi insanına, ne de bölge insanına bir örnek olabilir.

Türkiye iç huzurunu demokratikleşme, insan hakları, huzur, iç ve dış barışla sağlamaladır. Başka bir yol, hem Türkiye’nin hem de çevresinin mahvolmasını getirecektir.