yaklaşımlarHalil PaşaBir kitabın dilinin altındaki “AKP’nin Kıbrıs sorunu” - Halil Paşa
yazarın tüm yazıları:

Bir kitabın dilinin altındaki “AKP’nin Kıbrıs sorunu” – Halil Paşa

Yeniçağ podcastını dinleyin

halilpasaTARİHLE YENİDEN YÜZLEŞMEK

Gazeteci Ahmet Sever’in, “Abdullah Gül ile 12 yıl” isimli eseri, “Doğan Kitap” tarafından yayınlandı. Aslında 200 sayfalık kitabın Kıbrıs’la ilgili yer alan 5 sayfalık kısmında yazılanların çoğu önceden bilinmeyen olaylar değilse de, “Denktaş’ın siyasi gücünü nereden geldiği” vb. soruların kısa cevaplarını barındırıyor

Bu makalenin amacı bir yandan Annan Planı ile yatıp kalktığımız o günlerin 5 sayfalık kronolojisinin özetlendiği kitabın eleştirisini yapmak, öte yandan da Kıbrıslıların tarihlerinde referandum yapacak kadar çözüme en çok yaklaştıkları bu dönemle bir daha yüzleşmeyi (tabii aradan geçen on küsur yıllık çözümsüzlüğü de unutmadan-hp) denemektir.

 

176114AKP TÜRKİYE’NİN YARIM ASIRLIK KIBRIS POLİTİKASINI DEĞİŞTİRECEĞİNİ İLAN EDİYOR:

AKP, tek başına hükümet olduğu Kasım ayının 2002 yılında, seçim bildirgesinde Kıbrıs Sorunuyla ilgili verdiği sözünün arkasında olduğunu, gerek siyasi yasaklı olan başkanı Erdoğan’ın, gerekse onun yokluğunda Başbakan olan Gül’ün ve hatta Dışişleri bakanı Yaşar Yakış’ın siyasi demeçleriyle sürdürmektedir.

“Kıbrıs sorununun çözümü konusunda, her zaman karşı tarafın bir adım önünde olacağız.”

Bunun için de 1974 yılından bu yana TC Dışişlerinin onay verip Denktaş’la sürdürülen;

“Kıbrıs Sorununda çözümsüzlük de çözümdür!” politikası değişmelidir.

AKP’nin bu söylemi, ilk anda Denktaş’ın şimdiye kadarki “çözümsüzlük” politikasına karşı, çözümü odaklanan farklı bir siyasetin tezahürü olarak okunuyor. Nitekim başta BM, ABD, İngiltere, Almanya ve AB kurumlarının yanı sıra, Kıbrıs’ta Denktaş muhalifleri başta olmak üzere, Kıbrıslırum siyasi parti ve örgütleri tarafından büyük bir ilgi ve heyecanla karşılanıyor.

 

DENKTAŞ AKP’NİN KARŞISINA DİKİLİYOR

Yıl 2002. Aylardan Aralık. Adı Kıbrıs sorununda günün sonunda hep çözümsüzlüğe oynadığı için adı “Mr. No”ya çıkmış, çözümsüzlüğü simgesi Denktaş, öneride bulunan BM Genel Sekreteri’nin ismiyle anılan “Annan Çözüm Planı”na karşı olduğunu açıkça ilan etmiş; Kopenhag’a gitmemekte diretiyor.

Başta dönemin TC Cumhurbaşkanı Sezer olmak üzere, Baykal’ın CHP’si, Bahçeli’nin MHP’sini de arkasına alan Denktaş, eski-bildik siyasi taktiklerine başvuruyor. Bunun için de her an için hazırda bulunan pek tanıdık söylem ve eylemlerini devreye sokuyor.

Türkiye’de yeni hükümetin (AKP); “Ver Kurtul” mantığıyla hareket etmekte olup bu nedenle de “Kıbrıs’ın elden gitmek üzere” bulunduğu nutkediyor.

Tabii generallerin de birbirine benzer milliyetçi açıklamaları da her zamanki gibi arkadan imdadına yetişiyor Denktaş’ın:

“Savaşta kan döküp kazandığımız Kıbrıs’ın, masada kaybedilmesine izin vermeyiz. Kıbrıs Sorunu, hükümetlerin ötesinde, Türkiye’nin milli davasıdır.”

Böylece Denktaş Annan Planı’na olumlu bakan ve yakında gerçekleşecek Kopenhag zirvesine katılması için kendisine baskı yapan AKP’nin karşısına dikiliyor.

 

TÜRKİYE DIŞİŞLERİ BÜROKRASİSİ DENKTAŞ’IN YANINDA

Hükümet olduktan bir ay sonra AKP önünde Kopenhag Zirvesini bulmuştur.

Buna göre zirvede; “Kıbrıs’ın AB üyeliğiyle, Kıbrıs sorununun Annan Planı temelinde çözümü ilişkilendirilirken, Türkiye’ye de AB üyeliği müzakerelerinin başlaması için tarih verme” gibi iki kritik olay için çok kritik kararlar alınacaktır.

Zirve, bir yönüyle, AKP’nin tek başına hükümetinin ne denli iktidar erki olabildiğini de gösterecektir.

Kitapta anlatım sırasına göre bakıldığında, AKP, Kopenhag zirvesine günler kala, TC Dışişleri Bürokrasisinde, “Kıbrıs müzakerelerinde izlenecek politikanın seyrini belirleyen Denktaş’ın” (Sf.48) yanında mı, yoksa hükümetin yanında mı yer aldıklarını belirlemek için, ileriki hükümet dönemlerinde sürekli olarak başvuracağı anketlerden belki de ilkini yapar.

Kitapta bu anket olayı şöyle anlatılmış:

“Ziyal (Dönemin AKP Dışişleri Bakanı Müsteşarı-hp) 2002 Aralık ayında Kıbrıs dosyasıyla ilgilenen 14 büyükelçiyle bakanlıkta bir toplantı yaptı ve şu soruya tek-tek yanıt vermelerini istedi:

Bugüne kadar uygulanan Kıbrıs politikamız doğru mu, yanlış mı?

‘Büyükelçilerden 12’si doğru, sadece 2’si yanlış’ cevabını verdi.  Bu tablo, Dışişlerindeki eğilimi ve havayı göstermesi bakımından çok anlamlıydı.” (Sf.48)

İleride New York’taki müzakere sürecinde, Denktaş’a Annan Planı’nı ret etme fırsatını vermeyecek olan Uğru Ziyal, ankette yanlış diye cevap veren 2 kişinin yanındaydı ve sanırım Denktaş’ın Kıbrıs sorununda, AKP hükümetinin yakasından düşmesini, elbette o andan itibaren örgütlemeye girişmesinden daha doğal bir şey olamazdı.

Anketin de ortaya çıkardığı gibi, TC Dışişleri bürokrasisi AKP’den değil Denktaş’tan yanaydı.

İkinci olarak AKP yeni hükümet olmuştu ve Erdoğan’ın üzerindeki seçime girme yasağının hala sürüyordu. Üçüncüsü derin devlet, siyasi muhalefetle birlikte Denktaş’ın yanındaydı. Bütün bunlar AKP’nin, Kopenhag zirvesi öncesinde Denktaş’ı dizginleyememesinin belki de en önemli siyasi faktörleriydi.

 

KAÇAN TARİHİ FIRSAT

Kitapta Aralık-2012’de yapılan AB’nin Kopenhag zirvesi çok kısa ve hızlı geçilmiş.

“Denktaş Kopenhag’a gitmekten kaçındı. Yerine Dışişleri Bakanı Tahsin Ertuğruloğlu’nu gönderdi. Türk tarafı Annan’ın hazırladığı belgeyi imzalamadı. Bunun üzerine, AB zirvesinden çözüm olmasa da Kıbrıs Rumlarının üye olarak kabul edileceği kararı çıktı.” (Sf. 49)

Kitabın yazarı Kıbrıs konusunda kaçan tarihi fırsatı ise:

“Tarihi fırsat ne yazık ki kaçmıştı. Zira Denktaş Kopengah’a gidip o metni imzalamasaydı bütün denklem değişecekti. Çünkü Annan Planı, eşzamanlı yapılacak referandumlarda Kıbrıslı Türkler ve Rumlara sunulacak, her ikisinden de olumlu sonuç çıkması halinde Kıbrıs AB’ye üye olabilecekti”(Sf.49) diye özetlemiş.

Yazar, eğer zirvede kabul edilmiş olsaydı, gerçekleşecek referandumda sorulacak soruları da aktarmış:

“Referandum sorusu iki parçalıydı:

1)Yeni Ortaklığı kuran Kuruluş Antlaşması’nı kabul ediyor musunuz?

2)Kıbrıs’ın AB üyeliğine onay veriyor musunuz?

…”Her iki soruya da evet ya da hayır demek zorunluluğu vardı. Kıbrıslı Rumlara bu şekilde, “Birleşmeye hayır derseniz, AB’ye de hayır demiş olacaksınız mesajı veriliyordu.”(Sf.49)

Ahmet Sever, Denktaş’ın Kopenhag Zirvesi’ne katılmamakla, Kıbrıslırumların AB’ne tek başına girişinin onaylandığına, böylece planın daha sonraki versiyonlarında bu iki sorunun birbirinden ayrıldığına ve bu şekilde trenin kaçmış olduğuna vurgu yapmış.

Kaçan Tren, bir bakıma AKP’nin de derin devlet karşısında ilk sınavıydı.

Denktaş’ın nezdinde TC Derin devleti,(andaki asker ve dışişleri bürokrasisi-hp) ve onlarla işbirliği yapan siyasi muhalefetin liderleri Baykal ve Bahçeli, TC’nin Kıbrıs politikasının değişmezliğini AKP’ne kabul ettirmişlerdi.

Böylece AKP ilk sınavından yenik mi çıkmıştı?

 

TECRÜBESİZLİK Mİ? YOKSA DERİN DEVLET KARŞISINDA İLK GERİ ADIM MI?

Sever kitabında Kıbrıs’la ilgili Kopenhag’da kaçan tarihi fırsata Gül’ün çok üzüldüğünü ve şöyle dediğini yazar:

“Acemi olduğumuz döneme denk geldi. Birkaç aylık bir tecrübemiz olsaydı bu fırsatı kaçırtmazdık.”

Kaçtığı söylenen tarihi fırsattan bir ay sonra, Ocak-2003’te, Erdoğan’ın Denktaş’ı hedef alarak söylediği şu sözlere yer vermiş yazar kitabında:

“Kıbrıs’ta 30-40 yıldır sürdürülen siyasetin devamından yana değilim. Bu iş Denktaş’ın kişisel olayı değildir.”(Sf. 50)

Belli ki Erdoğan ve AKP kurmayları, Kıbrıs sorununda izlenecek politikayı, TC derin devletinin arkaladığı Denktaş’ın değil, tek başına AKP’nin belirlemesinin peşini bırakmış değillerdi.

 

“KAÇAN TARİHİ FIRSAT”IN AKP’DEKİ ANLAMI…

“…Planın daha sonraki versiyonlarında bu iki soru birbirinden ayrıldı. Başbakan Gül bu fırsatın bu şekilde göz göre göre kaçmasına çok üzülmüştü.”(Sf.49-50)

Gül’ün üzüldüğü pek ala Kıbrıslırumların AB’ne suçlanmadan, dahası Kıbrıslı Türklerin ve dolayısıyla da Türkiye’nin suçlanarak girişiydi. Yoksa Kıbrıs’ın bir çözüme bağlı tüm ada coğrafyası olarak AB’ne girememesi onu çok da ilgilendirmiyor olabilirdi. Sakın Gül’ün bu üzüntüsü, Kıbrıslı Türklerin Türkiye ile birlikte çözüm istemeyen taraf olarak gösterilmesinden kaynaklı olmasındı.

Daha açıkça dile getirecek olursak;

“AKP’nin yeni dediği Kıbrıs politikası, adada acil bir siyasi çözümü mü hedefliyordu?

Yoksa;

“Nasıl olsa adada yakın zamanda bir çözüm olmayacaktı ve bu nedenle de çözümsüzlüğü karşı tarafın üzerine yıkmanın müzakeresi mi hedefleniyordu?

Nitekim yazar bilerek ya da bilmeyerek kitabının satır aralarında AKP kurmaylarının, “sorunun çözümü konusunda karşı taraftan hep bir adım önde olmak” düsturuyla, aslında “çözümsüzlüğün sorumluluğunu karşı tarafın üzerine yıkacak” bir müzakereden yana olduklarını gösteren pek çok cümle kuruyor.

Kopenhag’da kaçan tarihi fırsat, başında da belirtildiği üzere, nasıl olsa Denktaş’ın evet diyeceğine Kıbrıs Rum liderinin “oxi” diyeceği üzerine kurulmuştu.

Öyle olmasa bile referandumda nasıl olsa Kıbrıslı Rumların bunu kabul etmesi zor bir olaydı ve bu durumda hem suçlanacaklar, hem de AB üyeliğinden olacaklardı.

Birkaç yıl sonra, 2004 yılı Nisanında yapılacak referandum öncesi ve sonrasında AKP kurmaylarının söylem ve tutumları, sanırım yukarıdaki iddialı yorumun ne denli doğru olabileceğinin de birer göstergesi gibiydi…

 

GÜL, DENKTAŞ’I AZARLIYOR: “SİZ SUSARSANIZ, ONLAR HAYIR DİYECEK”

Kitabı okumaya devam edelim:

“Kopenhag tecrübesinden ders çıkaran Başbakan Abdullah Gül, bu kez temkinli ve dikkatliydi. Çankaya Köşkü’nde Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in de bulunduğu toplantıda Denktaş’ı açık bir şekilde uyardı.

…Rumların alacağı tavrı bekleyin. Susmanız yeterli. Lütfen susun. Çözümü istemeyen taraf olarak görünmeyin. Öbür tarafa hayır dedirtmelisiniz. Siz susarsanız onlar hayır diyecek.”(Sf.50)

Gül Denktaş’a, en kaba diplomatik bir lisanla, sus olmasını söyleyerek onu TC Cumhurbaşkanı’nın önünde azarlarken bile, “Kıbrıs’ta Kıbrıslırumlarla bir çözümü değil, onları BM, AB ve uluslararası diplomaside nasıl suçlu duruma düşürürüm”ün derdindeydi…

 

DENKTAŞ ERDOĞAN ve GÜL’E, İKİNCİ BAYDAYI DA ATIYOR:

Peki ne yapmış Denktaş Gül’ün bu azarlaması karşısında.

Kitabın yazarı ve Gül’ün 12 yıllık danışmanı Ahmet Sever, olayın devamını şöyle aktarmış kitabında:

“Denktaş kendisine sanki bunlar hiç söylenmemiş gibi daha Lahey’e giderken havaalanında, “hayır demeye gidiyorum” diyecek ve Gül’ü çileden çıkaracaktı.”

Sever, yumuşak başlılığıyla bilinen Gül’ün Denktaş’a karşı öfkesini şu sözlerle dile getirir:

“ Gül’ün öfkesini unutamam adeta burnundan solumuştu” (Sf.50)

 

DERİN DEVLET:2 AKP:0

O günlerde on binlerce Kıbrıslıtürk, çözümün peşinde “Kıbrıs’ta Barış Engellenmez” sloganıyla sokaklara dökülmüşken, Türkiye devletinin zirvesinde, Kıbrıs sorunun çözümüyle ilgili ancak Kıbrıslıların dışında, dahil olmadıkları bir iktidar kavgası mı zuhur ediyordu?

Kıbrıslılar değil ama yalnızca Denktaş bu kavganın bir tarafının önemli siyasi aktörüydü ve olay günlük basında, onunla, Gül ve Erdoğan arasında süren bir siyasi düelloymuş gibi verilse de, çok daha geniş bir cephede sürmekteydi. Nitekim yazar da böyle düşünüyor olmalı ki, Denktaş’ı Lahey’de  AKP’ye rağmen konuşturanı deşifre etmiş:

“Çünkü, Cumhurbaşkanı Sezer ve askerler, Denktaş’a “Sen bildiğin gibi hareket et. Biz arkandayız demişlerdi.” (Sf.50)

Denktaş’ın da beklediği de böyle bir cesaretlendirmeydi ve Erdoğan ile Gül’e, ikinci golünü atmakta bir an bile tereddüt etmemişti.

 

GÜL, TALAT’IN YANINA BİR DANIŞMAN ATIYOR:

Denktaş inatsa, Erdoğan da inat!. Kıbrıs sorununda kimin sözünün geçtiğini, seçilme yasağından kurtulup da, Jet Fadıl’ın vekilliğinin düşürülmesiyle “ara seçim”de Siirt’ten vekil seçilerek Başbakan olunca gösterecekti Denktaş’a.

Nitekim Başbakan Erdoğan bir yıl sonra, BM Genel Sekreterinin Lahey’de Denktaş’ın plana karşı çıkmasıyla bitirdiğini açıkladığı görüşmeleri başlatması için Davos’tan şöyle seslenir:

“Kıbrıs’ta Annan Planı temelinde görüşmeleri destekliyoruz. Anlaşma olmazsa boşlukları BM doldurabilir. Bu konuda Türkiye her zaman bir adım önde olacaktır.”(Sf.51)

Bunun üzerine BM Genel Sekreteri Kofi Annan taraflara gönderdiği mektupta, onları 10 Şubat 2004 tarihinde New York’ta görüşmeye davet eder.

Heyette Denktaş’ın yanına Talat ve oğul Denktaş da konur… Denktaş yanına kendi gibi düşünen Mümtaz Soysal’ı alınca, geçmiş tecrübelerinden hareketle işi başından itibaren sıkı tutmakta kararlı olan Gül, kitabın yazarını çağırır…

“Ahmet, senin arkadaşın Profesör Ruşen Ergeç’i ara. Talat’ın danışmanı olarak onu da New York’a gönderelim.

Şimdi New York öncesi ve sonrası gelişmelerle ilgili kitapta neler yazılmış bir göz atalım:

… Başbakanlığı döneminde Abdullah Gül ile onu (M. Ali Talat’ın yeni danışmanı-hp) Ankara’da tanıştırmıştım

…Ruşen (Talat’ın yeni danışmanı-hp) aynı zamanda Kerküklü Irak Türkmenlerindendi.

…Mehmet Ali Talat yeni danışmanıyla ilk kez New York yolunda uçakta tanışacaktı.”

 

AKP, DENKTAŞ’I DEVRE DIŞI BIRAKIYOR.

New York’ta Denktaş; Erdoğan’ın Başbakan olduktan sonra Davos’ta dillendirdiği üzere; “Antlaşma sağlanmayan noktaları BM Genel sekreteri doldursun” önerisi masaya gelince imzalamam diye diretir ama karşısında Uğur Ziyal’ı bulur:

Ziyal ile Denktaş arasındaki diyalog, kitabın yazarı tarafından şöyle aktarılmış:

  • “Sayın Cumhurbaşkanı, (sonunda m harfi yok…-hp) bu metni imzalamak durumundasınız (zorundasınız demek istiyor ancak durumundasınız diyerek diplomatik bir sözcüğe başvuruyor olmalı-hp) Bunun başka yolu yok.

Denktaş’ın yüzünden düşen bin parçaydı:

  • “Bana Ankara’dan hükümetten böyle bir talimat gelmedi.”
  • “Ben size bunu Türkiye Cumhuriyetinin Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı olarak söylüyorum.” (Sf.52)

Denktaş belki de o gün orada gücünü kendi cemaatinden almayıp da Türkiye’de siyasi iktidar erki kavgalarına hapsetmiş olmanın bedelini ödedi. Hele de rahmetlinin her seçim öncesi dönemde başvurduğu (‘Türkiye’nin istemediği kişi Cumhurbaşkanı ve görüşmeci seçilemez’ söylemiyle TC’nin hep kendisini işaret ettiğini söyler dururdu-hp) taktik şimdi geri tepiyordu.

Üstelik kendisine “talimatı veren”, bizzat Erdoğan ve Gül değil, Dışişlerindeki bir bürokrattı.

Son New York müzakeresi, Denktaş’ın yaşamı boyunca en önemli siyasi hüsranı olsa gerek!.

Erdoğan ile Gül’ün, ilk siyasi yenilgileriydi Kıbrıs Sorunu.

Aradan daha iki yıl geçmeden, Erdoğan başbakan olmuş ve Denktaş’ın nezdinde TC derin devletine karşı oldukça acı bir biçimde almıştı siyasi rövanşını.

Biz dönelim New York’a…

Sonuçta Denktaş küser ve imzalamasa da, metin Talat ile oğluna imzalatılır.

Hikayenin sonrasını biliyorsunuz.

Burgenstock Zirvesi, Referandum, ezici bir “evet”in karşılığında ezici bir “oxi”…

Kıbrıslı Türkler “evet” dediydi da, Rumlar “oxi” dediydi üzerinden yapılan bir siyasetle yenilenen Kıbrıs politikası..

Böylece “da “oxi” diyeni üye yaptın da, “evet” diyen biz açıkta kaldıydık şeklinde yakın siyasi tarihte yaşananları yok sayan bir sızlanma ve AB bizi anlamıyor muhabbeti eşliğinde “adaletin bu mu Avrupa” sızlanmalarımız.

İşte böyle sevgili okurlar…

Unutmadan yazmış olayım…

Kıbrıs’la ilgili son bölümde, Müsteşar Uğur Ziyal’ın bir yerde yaptığı yanlışı, şu sözlerle itiraf ettiğini yazmış Ahmet Sever:

“…Rumlar planı reddederse KKTC’nin statüsü ne olacaktı? İşte bunu öğrenemedik. Yaptığımız hata bu oldu.”

Rumlar planı reddedince, Türkiye de KKTC’nin tanınmasını mı şart koşmayı mı akıl edememişti?

Eğer buysa akıl edilemeyen, o zaman AKP kurmayları ile KKTC’yi öne sürerek çözümsüzlüğe oynayan Denktaş arasındaki bütün ayrılıklar birer biçimden ibaretti.

Ve eğer üzerine o kadar çok gitmiş olmasalardı. Denktaş ve derin devlet ile Kıbrıs kavgasını bir “siyasi rövanş” işine döndürmüş olmasalardı, Uğur Ziyal’ın, yani Eroğan ile Gül’ün, öyle Denktaş ile çok da ayrı siyasi kulvarlarda kulaç atmadıklarını fark edeceklerini düşündüğümü de belirtmeden yazıma son vermek istemem…

 

DÖNEMİN SİYASİ TARİHİNE DÜŞÜLEN BİR ANEKTOD:

Bu yazıyı aslında belki de Poli dergisinde yayınlamayacaktım. Çünkü başlangıçta yalnızca facebook’da arkadaşlarımla kitapta Kıbrıs sorunuyla ilgili önemli gördüğüm alıntıları yapmak ve buna bağlı yorumlarımı paylaşmaktı niyetim. Eğer Poli dergisi çatısı altında yaklaşık beş yıldır çeşitli konularda yazılar yayınladığım Öntaç Düzgün, facebook’da kitaptan yaptığım alıntılara bakarak yorum yapmış olmasaydı.

Nasıl bir yorumda bulunmuştu Öntaç Düzgün?

Her şeyden önce Denktaş’ın Kopenhag Zirvesi’ne gitmemekte diretip kaçırılan tarihi fırsat için; “acemi dönemimize denk geldi ve o iş oldu bitti” açıklamasını samimi bulmuyordu.

Ayrıca dönemin AKP kurmaylarının “çözüm konusunda her zaman karşı taraftan bir adım önde olmak” diye özetlenen ve o yıllarda pek çok siyasi çevrede Denktaş’ın “çözümsüzlük de çözümdür” mottosuna karşı çıkan Erdoğan ve Gül’ün de aslında Kıbrıs sorununun çözümüne odaklanmadığını düşünüyordu.

Ya neye odaklanmışlardı?

Öntaç’a göre, AKP kurmayları, Kıbrıs Sorununa Annan Planı temelinde bir siyasi çözüm için sokağa dökülen Kıbrıslı Türkleri Denktaş’a karşı teşvik edip cesaretlendirirlerken, aslında siyasi hedefleri, “sorunun çözümsüzlüğünü karşı tarafın üzerine yıkmak”tı.

Öntaç bu siyasi yorumlarını başından geçen birkaç olayla destekleyip kuvvetlendirmişti.

Başından geçen o birkaç olaya gelince. Bu konuda sözü Öntaç arkadaşıma bırakıyorum:

 

İYİ, İYİ…

“Referandum günü sabahı, ben, Dr. Turhan Korun, Kemal Kafidir ve Türkiye’den gazeteci Mustafa Karaalioğlu araba ile Saray Hotel’de kalmakta olan Nazlı Ilıcak’ı almak üzere gitmiştik. Sabah saat 10 sıralarıydı. Nazlı Ilıcak’ın gelmesini beklerken gazeteci Karaalioğlu’nun telefonu çaldı. Arayan Abdullah Gül’dü. Hal hatırdan sonra sayın Gül, sayın Karaalioğlu’na; ‘Kıbrıslı arkadaşlarla konuştun mu? Rumlar nasıl oy vereceklermiş bir bilgi var mı?’ diye sordu. Mustafa Karaalioğlu cevap olarak: ‘Efendim sorduğum arkadaşlar Rumların hayır oyu kullanacağını söylüyorlar’ dedi.

Gül’ün cevabı ise iki aynı kelimeden ibaretti: ‘İyi, iyi.’

Biz ne olup bittiğini doğrusu anlayamadık. Sayın Ilıcak geldi arabaya bindi ve Lefke’ye kadar gittik. Geri dönüş yolunda Güzelyurt’a geldiğimiz sırada Mustafa Karaalioğlu’nun telefonu yeniden çaldı. Arayan Tayyip beydi. Gül’ün sorduğu soruyu o da sordu. Mustafa Bey de; ‘Rumlardan galiba hayır oyu çıkacak’ diye cevapladı. Ancak Tayyip Bey ikna olmamış aynı soruyu farklı şekillerde sormaya devam etti. Bunun üzerine Mustafa Karaalioğlu; ‘yanımda bir Kıbrıslı arkadaş var, uygun görürseniz telefonu ona vereyim, ona da sorun’ deyiverdi. Tayyip Bey sorusunu bana da tekrarladı:

  • ‘Rumlardan nasıl oy çıkar?’
  • ‘Herhalde hayır çıkar. Çünkü AKEL destek vermiyor.’
  • “İyi, iyi.”

 

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
234AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin