YKPAnayasaya hayır"Beşibirarada"nın Anayası'na, KıbrıslıTürk solu ses veriyor: "HAYIR" - Halil Paşa
yazarın tüm yazıları:

“Beşibirarada”nın Anayası’na, KıbrıslıTürk solu ses veriyor: “HAYIR” – Halil Paşa

Yeniçağ podcastını dinleyin

halilpasaBelli ki artık CTP’li yöneticilerin önce önerdikleri sonra da DP ile UBP itiraz edince bir kısmını kuşa çevirip, diğer kısmını da ortadan kaldırarak anayasa değişikliği diye öne sürdükleri maddeleri ele alıp tartışmaya niyetleri yok!.

Ne de 1985 Anayasası’nın ilan ediliş gerekçesi ve o günkü koşullar ile bugünkü koşullar arasında “meclisin ve hükümetlerin adanın Kuzeyinde siyasi iktidar erki olma halleri” arasında pek fazla bir şeyin değişip değişmediği tartışılıyor…

Neymiş efendim.

Evet denirse hiç olmazsa iyi olan değişiklikler de kabul görecekmiş.

Hayır denirse, elde “1985 Anayasası”ndan geriye bir şey kalmayacakmış!.

Özellikle anayasa’ya evet denmesi için canhıraş çabalayan CTP yöneticileri ile vekillerinin son çabaları, bu iki cümlenin ötesine ve bir de müstakbel “evetçi”lere bonus olarak “ileride daha iyisini yaparız” sözünden öteye geçmiyor.

 

BİR CTP’li DOSTA…

Kıbrıs’ta ancak birkaç kez sokaklara 1 Mayıs Afişi asma, 1985 yılında “Anayasaya Hayır” çağrısı yapma ve bir de Annan Planı döneminde yollarımızın kesişebildiği CTP yöneticisi sevgili dostum…

“1985’de CTP anayasa’ya hayır dedi, bu yüzden o dönem evet çağrısı yapan TKP’nin önüne geçti” denmesine ve CTP’nin geçmişte anayasaya hayır diyerek, bundan nemalandığına vurgu yapılmasına yazından da anladığım kadarıyla çok kızmışsın.

Ayrıca vatandaşı “anayasaya hayır” demeye çağıran, CTP dışındaki sol parti ve örgütleri “Bu yüzden şimdi hayır diyerek güya solda güçlü alternatif olacaklarına dair bir umutla hareket etmek istiyorlar” diyerek eleştirmişsin…

Sevgili dostum, inan eğer düşündüğün şey meclise girmek için vekillik gibi bir şey ise, sana garanti veririm ki, ne benim, ne de çevremdeki arkadaşlarımın, şimdilik böyle öne çıkmış bir siyasi talebi yok.

Kuzeydeki mevcut statüko altında, mecliste çoğunluğu sağlamakla iktidar olmanın mümkün olunmadığını bizzat yaşamın pratiğinden öğrenmiş olmaları, adanın Kuzeyindeki statüko şartlarında bu mecliste yapılabileceklerin, bu edilgen siyasal rejimin süsü olmaktan öte gitmeyeceğini gösterdi bize.

Bu arada “solda güçlü bir alternatif olacağına dair bir umut ile hareket etmek” de ne sol jargona henüz suç olarak girdi ve ne de “adanın kuzey coğrafyasında CTP dışında solda güçlü bir alternatif” olmaya çalışmak hiç olmazsa resmi olarak yasaklanmış falan da değil…

YKP, BKP, KTÖS ve diğer sendikalar ve örgütlerin CTP’den ve TDP’den farklı bir sol duruşu kabul edilecek ama bu iki parti ile her ters düşen örgüt ve kişilerin solda güçlü bir alternatif olma hayalleri mi sorgulanacak şimdi de?

Her örgüt illa ki KTAMS gibi mi davranmalı?

El insaf…

 

CTP YÖNETİMİ, ANAYASADA “EVET” BAYRAKTARLIĞIYLA İNANDIRICILIĞINI DAHA DA YİTİRİYOR

“Anayasa’ya evet” CTP vekili dostumun deyişiyle “ortak aklın gereği” imiş. Ama onun bir türlü anlamadığı ya da anlamak istemediği şey de DP-UBP ile varılan bu zorlama “ortak akıl”dır. Özel Komitede önerilen temel insan haklarına ilişkin pek çok maddenin, Meclis Genel Kurulu’nda kuşa döndürülmesine, anlamsızlaştırılıp, ortadan kaldırılmasına, bir kısmının da Anayasanın mevcudundan daha geriye düşülmesine, bu “ortak aklın” yol açtığıdır.

Sadece CTP’li olmayanlar değil, bazı emektar CTP’li arkadaşlar da, CTP’yi daha da sağa çeken bu “ortak aklı” eleştirmekte. Nitekim “Yeni Düzen” gazetesindeki yazısında:

“Anayasayı demokrasi açısından iyileştireceğiz diye İnsan Hakları konusunda anayasaya ayırımcılık enjekte edilmesi özünde anayasanın şimdiki halinden daha kötüye, daha geriye götürülmesi demektir” (1) diye yazmış.

CTP yönetimi, kuşa döndürülmüş ve temel insan hak ve özgürlüklerinde ayırıma yol açacak olan bu anayasa değişiklerindeki ısrarı, ne yazık ki onu tabanına ve bilinçli pek çok üyesine bile olayı izah etmekte zora sokmuştur. TDP’yi de koluna takmış, bırakın solda falan olmayı, inandırıcılık yönünden meclisteki diğer partiler gibi, kamuoyu nazarında, prestijini hızla daha da tüketmekte bir beis görmemektedir.

 

GEÇİCİ ONUNCU MADDE ÜZERİNE BİR DAHA:

Tufan hoca, 3 Şubat 2012 tarihli Gaile dergisinde, “‘Yeni Devlet’, Sivilleşme ve Geçici 10. Madde” başlıklı makalesinde geçici 10. Maddenin içeriğinin değiştirilmesi için anayasa değişikliğinin gerekmediğini yazmıştı iki yıl önce.

Buna göre meclis, “oy birliği” ile olmazsa, “oy çokluğu” ile bu işi halledebilirdi.

Çünkü vakt-i zamanında Kurucu Meclis’te “iç güvenliğin sağlanması” başlıklı madde ile polisin içişlerine bağlanmasını, geçici onuncu maddenin dışına çıkarılmasına olanak tanımıştı. Bunun anlamı ileride yasama organının, yani meclisin, gerekli çoğunluğu elde ettiğinde, polis örgütünü nereye bağlayacağına karar verebilecek olmasıydı.

Dolayısıyla bu durumda geçici 10. Madde’ye, salt polis-sivil-asker ilişkisinde atıfta bulunulması çok da anlamlı değildi. Çünkü dönemin Kurcusu Meclis’i bu maddeyi oylarken açık açık bu maddenin polis örgütü ile ilgisi olmadığını, yalnızca K.T.B.K’nin buradaki varlığına hukuksal bir zemin yaratmak ihtiyacından kaynaklandığına işaret ediyordu.

Uzu lafın kısası, geçici 10. Madde, polis’in sivile bağlanmasına engel değildi. Ancak CTP engel olduğu iddiasıyla 30 sene halka, anayasa’da değişikliği yapmak suretiyle geçici 10. maddeyi kaldıracağım diye propaganda yaptı.

Bir arkadaşın Tufan Hoca’ya sorduğu gibi:

“Eğer şu an CTP geçici 10. madde değişmedikçe polis sivile bağlanabilme imkanı var diyorsa, o zaman neden geçici 10. maddeyi anayasa değişikliği suretiyle kaldırmayı hükümet programın koyduğunu açıklıyordu.

Yani madem “polisin sivile bağlanması için geçici 10. maddeyi değiştirmek suretiyle anayasa değişikliği gerekli değil”, o zaman CTP’nin vatandaşa bir özür borcu olmalıydı…

Aslında burada konu, mecliste çoğunluk ya da hükümet olunsa da, “siyasi iktidar erki olamama hali”dir. Herkes de meclisteki rolünü buna göre oynuyor. İktidar erki gibi davranmamak için, çeşitli siyasal ve hukuki mazeretleri kitabına uydurmaya çalışıyor.

Nitekim Tufan hoca Gaile dergisinde şunları yazmıştı:

“Demokratikleşmenin ve sivilleşmenin önündeki hukuki engellerinin kaldırılmasının hakiki bir demokrasi ve hakiki bir hukuk devleti için mücadele edenlerin ellerini güçlendireceğinden hiç kimsenin kuşku duymaması gerekir.”

Öte yandan bugün Tufan Hoca ne yazıyor?

“Anayasanın geçici 10’uncu maddesi değiştirilerek iç güvenlik kavramı o maddeden tamamen çıkarılır ve bu maddeyi değiştirmek için gerekli olan 34 oya Mecliste ulaşmak mümkün değildir”…

Değiştiril(e)meyen 10. madde bağlamında ise; bu anayasa değişikliklerinden “hakiki bir demokrasi” ve “hakiki bir hukuk devleti” çıkacak değil.

Zaten CTP de onuncu maddeyle ilgili herhangi bir değişiklik girişiminde bulunmuş değil.

 

“HAYIR” STATÜKONUN VİTRİN SÜSÜ OLMAYI REDDETMEKTİR.

Nerde kalmıştık?

“Bu meclisin ve gelip geçmiş hükümetlerin adanın Kuzeyinde bir türlü siyasi iktidar erki ol(a)madığını”…

“…bu mecliste iktidar olmakla ilgili yapılabilecek şeylerin, kritik kararlarda rejimin makyajı ve vitrin süsü olmak, daha az önemli olanlarda yetkili olmakla sınırlı kaldığı”…

Bu nedenledir ki mecliste örneğin Doğuş Derya’nın ilk günkü yemininde, çözüm ve barış lehinde yaptığı yemini, heyecanla karşıladı ve tereddütsüz destek verdi, benim gibi pek çok arkadaşım da. Tufan hoca da, seçim öncesi ve seçildikten hemen sonraki günlerdeki yazıları ve söylemleriyle, elbette en azından durup dinlememiz gereken bilgi donanımlı bir arkadaşımızdı.

Ancak günün sonunda siyasal yaşam, onun da başta katkı koyduğu pek çok anayasaya değişikliği önerisinin dahi, “oy birliği ve uzlaşı” uğruna kuşa çevrilmesi veya tümden reddedilmesiyle bir kez daha mevcut siyasi statüko içerisinde siyaset yapmanın, mevcut rejimin meclisinde, vekillerin hal-i harap durumlarıyla yüzleştirdi bizi…

Eminim Özel Komitede yazılanlar, Genel Kurulda buharlaşırken, pek çok CTP’li vekil arkadaşım bundan üzüntü ve sıkıntı duydu. Zaten onlar da rahatsızlıklarını “içimize sindiremedik” diye belirtmek cesaretini gösterdiler.

Ama adanın kuzeyindeki statüko, vekillerin bir yandan “içime sindiremedim” demeleri ve “keşke daha iyisini yapabiliyor olsaydık” yakınmalarıyla, yerinden kıpırdamayacağı gibi, “evet deyin ki nasıl olsa bir kazanım elde etmiş olursunuz” söylemi de, bu ülkenin kendi ayakları üzerinde durmasını arzulayan vatandaşın da oyalanmasından öte bir işe yaramayacak…

Üstelik “Anayasa değişikliğinin konusu değildir” diyerek geçici 10. Maddeye el sür(e)meden, statükonun bekçisi, vitrinin süsü olmayı kanıksamamızı kabullenecek kadar tehlikeli mecralara çıkarır bu yol günün sonunda hepimizi…

 

KANSERLİ HASTAYA AĞRI KESİCİ…

Mecliste DP ve UBP’nin engellemeleri karşısında apar topar, üstelik de oy birliğiyle uzlaşarak son anda seçmenden evet, oyu istemek, şimdilik bunlarla idare et, sonra daha yanlış ve eksik olanı da gidermek için daha iyisini yaparız” demek elbette CTP yöneticileri için bir çözüm olabilir.

Ancak CTP yönetimi, pek çok vekilinin bile içine sindiremediğini açıkça ifade ettiği ve bir hilkat garibesine dönen anayasa değişiklik metinlerini, “tamam, beceremedik olmadı” diyerek bu sevdadan vazgeçebilirdi de…

Demedi ve vazgeçmedi.

CTP yönetimi birinciyi tercih ederek, kanserli hastayı “paracetamol” ile tedavi edebileceğine inanmamızı, razı olup “evet” dememizi istiyor.

O zaman da vatandaşın önemli bir kesimi çıkıp da: “Ağrı kesiciniz size kalsın. Annan Planı sonrasında yeteri kadar uyuşturucu aldık. Hayır, bize ağrı kesici değil, kendi ayaklarımızın üzerinde duracak” bir tedavi gerekir, deyince, bazı CTP’li dostlarımız neden öyle celalleniyorlar ki!..

Statükoyu zerre kadar yerinden oynatmayacak, dahası temel hak ve özgürlüklerde zafiyetler yaratacak, bir anayasa değişikliğinden son anda vazgeçmek ve buna değmez demek de onlar için bir çözümdü.

O an, bu andı işte.

 

“BEŞİBİRARADA” KUTSAL İTTİFAK, KIBRISLITÜRK SOLUNA KARŞI

Peki, sonuç?

Mecliste 48 oya karşılık 48 oy ile alınan bu karar bizim CTP ve TDP’li dostlardan böyle bir şey bekleyemeyeceğimizi gösterdi. Onlar bu anayasa oylamasında, aralarında içlerine sindiremeyenleri, “yetmez ama evet”cileri ile birlikte UBP ve DP ile “evet” diyerek işlerine geldiğinde birlikte davrandıkları solcu arkadaşlarını (örneğin yerel seçimlerde TDP-hp), şimdi karşı tarafa geçmiş topa tutuyorlar.

CTP ve TDP’li dostlar, Kıbrıslıtürk solunu bir kez daha yalnız bıraktılar.

Öyle anlaşılıyor ki, sola karşı UBP ve DP ile uzlaşmayı “reel politik”in gereği olarak tercih ettiler… Elbette bize de bu uzlaşıdan çıkan anayasaya, onların kocaman “EVET”ine, koskoca bir “HAYIR” demekten başka çare bırakmadılar.

Pazar günü sandığa giderek, UBP, DP ve “toplum liderimiz” sayın Derviş Eroğlu ile “beşibirarada” mecliste sağladıkları uzlaşıyı, bir eksiksiz sandıkta da evet diyerek gösterecekler.

Biliyor musunuz. Biz sol düşünceyi benimseyen bir grup örgütlü ve örgütsüz azınlık; CTP ve TDP yöneticisi arkadaşlarımızın bu klasiğine yıllardır alıştık. Nasıl olsa ilk defa başımıza gelen bir iş değildir.

Ben yine de, bir şekilde meclisteki oylamaya katılmayan 49’uncu vekil olarak, kuşa döndürülmesi uğrunda oldukça “meşakkatli çabalar” harcanan bu anayasa değişikliğinin, o tarihe mal olacak “48’lik fotoğraf karesinin” belki de 49’uncu siyasi figürü olarak yer almak istemeyen Hüseyin Angolemli’yi bu olaydan bir nebze azade kılmak isterdim.

Sessiz kalmaya devam edişininse, oylanacak anayasaya, açıkça olmasa da, kamuoyu indinde gizliden gizliye bir reddiye olarak, “HAYIR” şeklinde kabul görebileceğini, burada ayrıca belirtmek isterdim.

Kim bilir, belki de yanılıyorum…

Ama elbette sandığa gittiğinde, o da tıpkı bütün bu süreci ve “beşibirarada kutsal ittifakı” sindiremeyen pek çok TDP’li ve CTP’li arkadaşlarımız gibi, elinde oy pusulası, fikrinde vicdanı ile baş başa kalacak.

 

(1): İlker Kılıç, 17 Haziran 2014, Yenidüzen Gazetesi.

 

KUŞA DÖNMÜŞ:

CTP’den UBP’ye, DP’den TDP’ye hep bir ağızdan; “anayasa’ya evet”e gerekçe olarak gösterilen, “bundan sonra seçilen milletvekillerine yemin etmezden önce servet beyanı zorunluluğu getirildi” deniyor. Açıkça demagoji yapılıyor. Çünkü bu öneri bile kuşa çevrildi. Adeta “servetimizi halktan nasıl gizleriz?” bunun peşine düşüldü.

Nasıl mı?

Anlatayım.

Anayasa’da oylanacak ilk öneriyi TDP yapmıştı ve şöyleydi: “Servet beyanları, Meclis Başkanlığınca Resmi Gazetede yayımlanmak suretiyle kamuoyunun bilgisine sunulur.” Buna göre vekillerin mal beyanları resmi gazetede yayınlanacak ve vatandaş da yemin etmezden önce vekillerin serveti konusunda bilgi sahibi olacaktı. Bu öneri daha sonra metinden çıkarıldı. Vekiller, kendi servet beyanlarını kamuoyuna, yani seçmene değil de, sadece “Yüksek Seçim Kurulu”na verecek şekilde düzenlemeye gidildi.

Bu da demektir ki vekil yemininden önce servetini bir kağıda yazıp imzalayacak sonra da bu beyan vatandaş öğrenmeden bir kasaya kilitlenecek. Eğer bir kişi milletvekili iken servetini artırırsa bu doğru olmaz. Çünkü vekilin görevi vatandaşa hizmettir. Siyaseti geçim kapısı yapmak değildir. Servetini artırmaksa hiç değil. Servetini artırmak isteyen ticaret ve sanayiye atılabilir, ya da başka bir işte şansını deneyebilir.

“EVET” oyu vermek milletvekillerinin servet beyanının gizlenmesine olanak sağlarken, Anayasa’ya “HAYIR”, vekillerin servet beyanı yapıyormuş gibi göstermelerini ret anlamına gelecektir.

 

MEVCUDUNDAN GERİYE GİTMİŞ:

Anayasanın değiştirilmesi ile ilgili çalışmalar üniversitelerin özerkliğini, özel veya resmi olmalarına bakılmaksızın tamamen ortadan kaldıracaktır.

Şimdiki anayasa, sadece kuruluşları yasayla düzenlenir demekle yetindiği için, özel üniversiteler bunun dışında tutulmuş ve yasaya uygunluk aranmamıştı. Aranmış olsaydı dahi, anayasal bir engel olmadan özerk üniversiteler kurulabilirdi.

Önerilen Anayasal değişiklikte (Madde 131-A) şöyle denmiş. “Üniversitelerin öğretimini planlamak, düzenlemek, denetlemek, oralardaki eğitim-öğretim ve bilimsel araştırma faaliyetlerini yönlendirmek, bu kurumların yasada belirtilen amaç ve ilkeleri doğrultusunda kurulmasını, geliştirilmesini ve üniversitelere tahsis edilen kaynakların etkili bir şekilde kullanılmasını sağlamak ve öğretim elemanlarının yetiştirilmesi için planlama yapmak maksadı ile YÖDAK kurulur”.

Buna göre üniversite senatolarına ve yönetim kurullarına iş kalmamış olacak.

Türkiye’de 12 Eylül ile TC anayasasına giren YÖK gibi, üniversitenin bilimsel araştırma faaliyetlerini yönlendirmek YÖDAK’ın denetimine girecektir.

Bu durumda “bilimsel özerklik”, “öğretim elemanı yetiştirmek için uygulanacak farklı programlar” da YÖDAK’ın kontrolüne girmeyecek midir?

Üniversite kaynaklarını kullanmaya da YÖDAK kararlaştırılmayacak mıdır?

Devletin tahsis ettiği kaynaklar YÖDAK denetimine verilmeyecek midir?

Üniversitelerin amaç ve ilkeleri de yasaya bağlanmış iken, YÖDAK’ın amaç ve ilkeleri onamasını ve YÖDAK’ın bunların doğrultusunda faaliyet göstermesini denetlemesi geriye ne bırakacaktır?

Eğitim- öğretimi de YÖDAK planlayacak!.

Türkiye’de üniversitelerin özerklik ve mali özerklik diye eylem yaptığı günlerde biz bunun tersini yasalaştıracağız.

YÖDAK darbe anayasası ile oluşturulan YÖKün suyunda gittiği ve denetlediği Türkiye’nin Kıbrıs politikasıyla ilgili çalışmaları hakkında kendisine bilgi verilmesini istediği tez ve doktora çalışmaları da bilinmektedir.

YÖK’ü reddeden ve ayrı sınavlar yapmaya başlayanların da yola getirilmesi denenmeyecek midir?

EVET oyu ile üniversiteleri daha yakından denetleyeceği için daha güçlü ve tam yetkili bir kuruma sahip olunacaktır. Anayasa’ya “HAYIR” oyu ise olası anti-demokratik uygulamalarla özerk, demokratik ve bilimsel üniversite talebinden daha otoriter ve geriye bir gidişe engel olmak anlamına gelecektir.

 

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
217AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin