arşivAli SarıtepePaket-i demokratikleşme - Ali Sarıtepe
yazarın tüm yazıları:

Paket-i demokratikleşme – Ali Sarıtepe

Yeniçağ podcastını dinleyin

Paket, bir şeyin ya da bir şeylerin bir arada olduğunu ifade eden bir anlatım olduğuna göre, demokratikleşme paketi de demokrasi sorunlarının var olma hallerini ya da demokrasiye varmada engel olma konusunda olan konuların, mevzuatların toplanıp, tespit edilip bir araya getirilmesidir ve bu engellerin kaldırılmasının hukuksal ve pratik ayaklarının ortadan kaldırılmasının karar altına alınması ve icraatlarının yapılmasıdır.

Demokratikleşme paketleri genel olarak iki şekilde oluşmaktadır. Siyasal önderlerin-hükümetlerin- geleceğe yapılacak yürümelerden, bu yürümelere geçmişten gelen engel karakterleri ve gelecekte oluşabilecek muhtemel engellerinin oluşmamasına aldıkları kararlar. Bir de o devletteki etnik ve sınıfsal sorunlar başta olmak üzere, benzer köklü sorunların siyasetle çözüme ulaştırılmamasından dolayı; sorunu yaşayanlarla –etnik karakterler ve ezilen sınıf ve tabakalar- sorunun var olmasına ya da devam etmesine kaynaklık eden –devlet- yapıların ilişkilerindeki çatışma hallerinin gelmiş olduğu noktada; bir tarafın ya da her iki tarafın artık böyle yürümeyeceği tespitleriyle çözüm sunma hazırlıklarını ifade eden demokratikleşme paketi.

Çok şükür! Çok şükür.

TC devleti kendi temel sorunlarını yok etme, imha etme paketleri temel ekseni üzerinden yürüdüğünden dolayı; Türkiye toplumu demokrasiye, demokratikleşmeye bir serap misali kaldıkları için, toplum paketlerle olan ilişkilerinden bir türlü kendini kurtaramadı.

Devlet ve egemen siyasetler her demokrasi taleplerini bastırılması gereken bir anlayış içerisinde oldukları için, demokrasi, bireylerin, toplumların ve toplum kesitlerinin sadece hayallerinde görebileceği kadar ancak gerçeklik(!) kazanabildi.

El hak, devletin bu politikası kendisi anlamında son derece doğruydu. Çünkü, bu devlet; kendisini demokrasi kavramından uzakta tutan anlayış üzerinden yapılandırmıştı. Demokrasiyi kendi varlık haline yönelik bir kavram olarak görüyor ve her demokrasi talebini de kendisine karşı yapılan bir kalkışma olarak algılıyordu. Ve hala da algılıyor.

Türkiye’de demokrasi talepleri çeşitli biçimlerde ve çeşitli zamanlarda gündemi belirleyecek kadar etkinleşerek öne çıkmasına rağmen, devlet hep bunları imha etmekle meşgul oldu.

Tarihten var olan sorununun közlerinden yeniden ateş doğmalarının olmasıyla; Kürt özgürlük taleplerinin Kürt toplumunun olmazsa olmazı hallerine gelmesiyle birlikte, devletin yapısal problemi olan demokrasi sorunu ve demokratikleşme bir zorunluluk olarak gündeme gelmiştir.

Kürt özgürlük mücadelesinin karar gücü, sorunun çözümü ve yollarının oluşturulması noktasında beyan etmiş olduğu iradesini devlet görmek zorunda kalmıştı. Otuz yıllık savaşta en kirli yöntemleri  kullanmasına rağmen bir türlü yok edemediği özgürlük ve demokrasi taleplerini ret etmesi kendisi açısından baş vuramayacağı bir durumdu.

Zorunluluk; demokratikleşme paketini devletin ve dönemin siyasetinin kucağına bırakmış durumdadır.

Kürt toplumunun tarihinde, devletle yaşamış olduğu ilişki biçiminden dolayı; onda özdeyiş haline gelen “devlet eşek olsa bile binmeyeceksin” güvensiz haline rağmen, alınan tarihsel karara kendini adapte ederek; devlete olan güvensizliğini cebinde tutarak sorunun çözümüne kolaylaştırıcı durmuştur.

İkinci paylaşım savaşı galiplerinin Ortadoğu’da devlet sınırlarının belirleyicisi olmalarından dolayı, dört ülkenin taksimatı haline gelen Kürdistan coğrafyası daha düne kadar sömürgeci devletlerin kendi aralarında işbirliklerinde olsa da tek tek devletlerin sorunu konumundaydı.

Gerek bu ülkelerdeki Kürt taleplerin ve mücadelelerin yok edilemez karakterde olmaları ve gerekse de emperyalizmin Ortadoğu’da elini uzatması gereken sahaların olması –Çin kapitalizminin yaratacağı geleceği bir kenara bırakırsak- sonuçlarıyla birlikte; tek tek ülkelerin Kürt sorunu, bugün Ortadoğu’da Kürdistan sorunu haline gelmiş bulunmaktadır.

TC devleti; sınırların değişme talebi olmaksızın Kürtlerin kendilerini birinci dereceden ilgilendiren devletlerin demokratikleşmesi gerektiği siyasal demokratik taleplerini ve bunu kendi aralarında demokratik konfedaralizm sivil örgütlenmesi ile tamamlaması amaçlanmasını doğru okuması gerekirken; kendi Kürt sorununu  kendi meselesi olarak anlatmaya çalışırken (yok etmeye çalışırken ABD den her türlü destek istemesi onun bu bakışına her ne hikmetse helal getirmiyordu!) gerek Güney Kürdistan olsun ve gerekse de Batı Kürdistan olsun, yaratmaya çalıştığı siyasal ve zor ilişkileri ile, Türkiye’nin Kürt sorununun Kürdistan sorununun bir parçası olduğunu yaptıkları ile ifade etmiş bulunmaktadır.

Suriye’ye Müslüman Kardeşler üzerinden bakarken Rojova’ya, Batı Kürdistan’a terörü organize etmek ve ihraç etmek üzerinden bakmaktadır. Suriye’de vekalet üzerinden yürütülen savaşın asli karakterlerinden bir tanesi de TC devletidir. Ve Suriye savaşından Kürdistan üzerinde stratejik güç kazanmak istemektedir.

Türkiye Kürt özgürlük mücadelesinin demokrasi ve barış eksenli kararlılığını, Kürdistan toplumlarının demokrasi ve eşitlik taleplerini ortaklaşmanın, dostlaşmanın manifestosu haline getirmesi gerekirken; o, tarihten gelen karakterini yine sahneye çıkararak Batı Kürdistan’a terörü organize ve ihraç ederek; Türkiye Kürt sorununu barış ve demokrasi çözümünden uzakta tutmak istemektedir. Bu güne kadar demokratikleşme paketini açıklayacağız lafını birkaç kez ertelenmesinin nedeni bundandır.

Erdoğan demokratikleşme paketini durmadan ertelerken:

27.09.2013 tarihi Özgür Gündem gazetesinde: “lekolin.org. İçişleri Bakanı Muammer Güler imzalı Hatay valiliğine gönderildiği iddia edilen bir belge yayınlandı. 21714546-47201 (81340) 224-5825/42438 sayılı ve 2013/12 sıra numaralı genelgede “Mücahitlerin Diyanet İşleri misafirhanesine bağlı kuruluşlar ve Milli İstihbarat Teşkilatımız tarafından belirlenen kamu misafirhanelerinde konaklamaları uygun görülmüştür.” deniyor.

15.03.2013 tarihli ‘Gizli’ ibareli belgede “Milli İstihbarat Teşkilatımız denetiminde çeşitli ülkelerden getirilerek bölücü PKK uzantısı PYD’ye karşı savaştırılan, ağırlıkla Çeçen ve Tunusluların bulunduğu El Nusra’ya bağlı mücahitlerin geçişlerinde gerekli desteğin sağlanarak, güvenliklerine ve konunun gizliliğine riayet edilmesi önem arz etmektedir.”

Devlet politikası haline getirilen Suriye’nin Rojova sorunu, Türkiye’nin başta Kürt sorunu olmak üzere demokratikleşmenin önünün kesilmesi için, Suriye Kürdistan’ında özyönetim kurulmasının önüne geçilmeye çalışılmaktadır.

Türkiye’nin AB’ye katılmasının ön koşullarından biri olan “Kopenghag Kriterleri”nden biri olan “yerel yönetimlerin karar gücü olmaları ve kendilerini yönetme ilkesi”  şartına olan çekincesini kaldırmakla çözüm sürecine yol aldırmanın ana adımını atması gerekirken; Avrupa Birliğine katılma talebine sahiplenilmesinin Erdoğan hükümetinin kendisini güvenceye almak için kullanmaya aldığı bir argüman olduğu bu gün bir kez daha görülmüştür. Türkiye’nin “yerel yönetimler ilkesi” şartını kabul etmesi AB’ye katılması için güçlü bir yol alma olması sağlarken, Türkiye demografisinin sorunlarını çözme platformu olacağını beraberinde getirebileceği gibi, Türkiye demokrasisi önündeki dağ haline gelen sorunlarında hızla ermesini beraberinde getirecektir.

Demokrasi ve özgürlük taleplerinin hayata egemen edilmesi, demokrasi ve özgürlük kavramlarını kendisine olmazsa olmaz olarak katmış siyaset ve siyasetçiler tarafından ruhuna uygun olarak yapılabilmektedir. Demokrasi ve özgürlük kavramlarını kendisinde olmayacaklar olarak gören siyaset ve siyasetçiler, bu kavramları sadece kullanmak için yanlarında taşırlar.

Erdoğan ve AKP siyaseti bu gün bu haldedir. Ve bu kullanmayı tekrar edebilmek içinde demokratikleşme paketi sonlanmış olan bir paket değildir, önümüze yeni paketler koyacağız açıklaması da: “yaptıkları yapacaklarının teminatıdır” noktasından baktığımız zaman, Erdoğan’ın kullanma siyaseti devam edecek gibi durmaktadır.

Erdoğan Kürt sorununda Rojova’yı kendisine bataklık yaparken, “yaradılanı yaradandan ötürü severiz” hayat söyleminde: 27.09.2013 tarihli T24 İnternet Gazetesinde, Anayasa Mahkememsi Başkanı Haşim Kılınç’ın Alparslan Üniversitesi’nde verdiği konferansta: “Pakistan’dan tutun, Afganistan, Hindistan gibi özellikle İslam ülkelerini şöyle bir analiz edecek olursak Irak, İran, Mısır, Fas, Tunus ve Cezayir tam bir yangın yeri. Buradaki insan onurundan bahsetmeye mecalimiz yok. Bir gün birisi canlı bomba oluyor bir tarafta patlamalar yaşanıyor. Bu nasıl bir kültürdür, bu nasıl bir inançtır? ‘Bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibidir. Bir insanı kurtarmış bütün insanlığı kurtarmış gibidir’ diyen bir öğretinin, bir inanan sahibi olan ülkelerde bu vahşeti ne diye izah edeceğiz.

Eğer bu Müslümanlıksa ben Müslüman değilim…

Kafası kesilen, kopartılan, iç organları ellerinde gezdirilen böyle bir vahşeti, böyle bir insanlık dışı hareketi İslam’la, Müslümanlıkla nasıl izah edebilirsiniz?

Bunda bir yanlışlık var.

Herkesin bu yanlışlığa biraz eğilmemsi için dikkatini çekiyorum…”

Bu anlatmaya hiçbir şey eklemeden:

Suriye’de ve Batı Kürdistan’da El Nusra ve diğer İslami cihat örgütlerine verilmiş olan destekte içinde olan Erdoğan; Kürtlerin ve Arapların akan kanından kendi eline bulaşma olmadığını iddia edebilir mi?

TC sınırları içerisinde yaşayan akrabaları olan, millettaşları olan Kürtlerin ve Arapların Erdoğan’ın demokratikleşme özgürleşme paketlerine, özgürlüğüne ve demokrasisine ne kadar inanabilirler, ne kadar güven duyabilirler.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
216AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin