arşivUlus Irkad2003 yılındaki Zülfü Livaneli konseri’nin perde arkası - Ulus Irkad
yazarın tüm yazıları:

2003 yılındaki Zülfü Livaneli konseri’nin perde arkası – Ulus Irkad

Yeniçağ podcastını dinleyin

2003 yılında Referandum öncesi AKEL’in önayak olduğu ve Güney Kıbrıs’ta gerçekleşen Zülfü Livaneli konserinin perde arkasını, yine Zülfü Livaneli’nin “Sevdalım Hayat” (Remzi Kitabevi, 2007) adlı kitabından öğreniyoruz. Ben Zülfü’nün tabii ki tam bir sosyalist olduğunu ve olaylara devrimci Marksist görüşle baktığını sanmıyorum. Ama gerek Yunanistan’da gerekse Güney Kıbrıs’ta da kendinin temaslar sağladığı kesimlerin de olayları Marksist bir görüşle değerlendirdikleri ve olaylara Marksist görüş çerçevesinde  baktıklarını sanmamaktayım. Sovyetler’den bize arta kalan bürokratik görüş ve bu görüş içindeki milliyetçi gel-gitler maalesef belli ki bu konsere de yansımış. Kitabının 297. sayfasında Zülfü Livaneli ile eski bir dostluğu olan Maria Faranduri arasında Kıbrıs Sorunundan kaynaklanan problemlerin başladığını ve bu ikilinin artık ayrılma ve küsme aşamasına da geldikleri belli olmaktadır. Elbette geri planda milliyetçi güdülerden kaynaklanan sorunlar var ve Zülfü de o günlerde CHP’den milletvekili olmuş bir zat. Bana göre CHP’ye bu yapısıyla milletvekili olan solcu da şüpheyle karşılanmalı ama karşı tarafta da gene doğru bir mantığın olmadığı bu kitapta anlatılanlara göre belli. Bakın sözü geçen sayfada neler yazıyor Zülfü Maria’yla yollarının ayrılması konusunda:

“Bir yandan da Maria, kocası Thelemakos yoluyla iyice PASOK’a yakınlaşmıştı. Paris konserleri sırasında özellikle Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi’nin büyükelçilikleri Maria’yı müthiş baskı altına aldılar.

Bir hafta sürecek konserlerde, Maria’nın bir bildiri okumasını istiyorlardı. Kıbrıs Rumları’nın resmi görüşünü yansıtan bu bildiri, tek yanlı bir propaganda malzemesiydi ve bunun, bizim o güne kadar yürüttüğümüz dostluk politikalarıyla hiçbir ilgisi yoktu. Hatta yaptıklarımızı yıkmak anlamına gelecekti.

Maria’nın sinirleri çok bozuktu. “İnanmayacaksın ama bana vatan haini muamelesi yapıyorlar”, diyordu. Geceleri uyanıp ağladığını anlatıyordu. Gerçekten de Maria’yı hiç o halde görmemiştim. Büyükelçiler baskıyı azaltmak şöyle dursun, durmadan artırıyorlardı.

Maria’ya durumunu anladığımı ama çok fazla yardımcı olamayacağımı söyledim. O güne kadar yaptığımız her şey, ülkelerimizin resmi politikalarından ayrı olarak, bir dostluk çerçevesinde yürümüş ve sanatçı bağımsızlığı ekseninde gelişmişti. Bizi  biz yapan da buydu. O kadar ki, ‘dostluk’ meselesinin bile üzerine basmamış, işi sulandırmadan (bazı çevrelerin sürekli dalga geçtiği uzo-sirtaki muhabbetine dökmeden) sanatsal birliktelik temasını işlemiştik. Çünkü Türk-Yunan dostluğu da sonunda popüler bir klişe olmaya adaydı. Biz, çalışmalarımızı sadece bir besteci ve şarkıcı işbirliği olarak sunuyorduk”

Aynı kitabın 316. Ve 317. Sayfalarında Maria Faranduri ile Zülfü Livaneli arasındaki sorunların Kıbrıs’ta artık doruğa çıktığını okumaktayız. Bakın Zülfü Livaneli görüşlerini ve anılarını aktarmaya şu şekilde devam etmektedir:

“Otuz yılı aşkın bir süreye yayılan bu güzel ilişkide (Paris’i saymazsak) gerilim taşıyan iki konser yaşadık yalnızca. Bunlardan biri, Maria’yla 2003 yılında verdiğimiz Kıbrıs konseridir. Bu konser Yeşil Hat üzerinde yapılacaktı. Kuzey’de Mehmet Ali Talat’ın başında olduğu parti ile güneyde iktidar ortağı AKEL partisi tarafından organize ediliyordu. Ama ben Kıbrıs’ta müziğin siyasete bu kadar bulaşacağının farkında değildim. Aslında daha önce paris’te ve 2000 yılındaki New York Broadway konserinde Kıbrıslıların Yunanlılara hiç benzemeyen, pek de dostça olmayan davranışlarını unutmamıştım ama bu kez  kendileri davet ettiği için sorun çıkmaz  sanıyordum.

Ne yazık ki ilk sorun adaya nasıl girilip çıkılacağı konusunda yaşandı. Atina’da prova yapacaktık, oradan da Kıbrıs’a gidecektik. Dolayısıyla Larnaka Havaalanı’na inecektik. Adada bu gibi simgesel olaylar çok önemliydi. Rumlar, kuzeydeki devleti tanımadıkları için yabancıların adaya oradan giriş ya da çıkış yapması yasaktı. Ama bu da KKTC için bir sorun oluşturuyordu. Benim ille de Ercan’dan giriş yapmamı istiyorlardı. Buna karşı ben de şöyle bir öneride bulunmuştum. Adaya Larnaka’dan giriş yapacaktık ama konserden sonra kuzeye geçecek ve Ercan Havaalanı’ndan dönecektik. Konserin Yunanlı organizatörleri buna önce “Evet” dediler ama Atina’daki provalar sırasında, Rum hükümetinin buna izin vermediğini söylediler. Bu emrivaki üzerine ben de konseri iptal ettiğimi ve hemen İstanbul’a döneceğimi belirttim. Telaşlandılar. Biraz sonra beni  AKEL  partisinin lideri ve çok önemli bir devlet adamı olan Meclis Başkanı Hristofyas aradı. Uzun uzun ikna etmeye çalıştı ama ben bu durumda adaya gelemeyeceğimi ona da söyledim. “Peki ben sizi biraz sonra arayacağım!” dedi ve kapattı. Ben İstanbul’a dönüş hazırlıklarına başlamıştım bile. Maria bu duruma üzülüyordu ama yapacak başka bir şey yoktu.

Biraz sonra Hristofyas tekrar aradı ve Cumhurbaşkanı Papadopulos’la görüştüğünü, konserin yapılması için benim ve yanımdaki müzisyenlerin kuzeye geçişine izin verileceğini söyledi. Ama bu büyük bir istisnaydı ve dolayısıyla Rum hükümet politikalarının iflası anlamına gelebilirdi. Bu yüzden bu işi büyütmemesini, mesela sınırda bir basın toplantısı falan yapmamamı istiyordu. Daha sonra Kıbrıs’ta bir saatlik konuşmamız sırasında da bu işten epey ürktüğünü fark ettim. Adadaki Türk ve Rumlara verilen konser çok güzel geçti ve biz ertesi gün beyaz bir minibüsle sınıra geldik. Biri kadın biri erkek iki Rum polisi bekliyordu. Bizi görmemiş gibi kafalarını çevirdiler. Ben minibüsteki müzisyen arkadaşlarıma, “Şu anda ne diyorlar birbirlerine biliyor musunuz??” dedim. “Biri ötekine diyor ki, ‘Sen şu anda buradan geçen beyaz bir minibüs görüyor musun Despina?’ O da, ‘Hayır görmüyorum Yorgo!” diye cevap veriyor.”

O günümüzü Kuzey Kıbrıs’ta geçirdik akşam da İstanbul’a  döndük. Ertesi gün Cumhurbaşkanı  Rauf Denktaş bir açıklama yaptı ve “Rumlar Livaneli’nin KKTC’ye  geçişine izin vermediler!” dedi. Ben de bir açıklamayla durumu belirttim. Denktaş adada olsaydı onu ziyaret edecektim ama o gün yoktu…”

Bu konserden sonra Halil Paşa arkadaşımız Yeniçağ Gazetesi’nde  konser hakkında değerlendirme yazısı yazmış ve genelde Kıbrıslırumların bu konsere katılmadıklarını belirtmişti. Rövanşizm duygularının Kıbrısrum kitlelerinde ağır bastığından da bahsetmişti yazısında. Belki de Kıbrıslırum çoğunluk perde arkası olarak bildiğimiz bu gelişmeleri biliyordu. Sorunun daha önceleri başladığını Zülfü zaten yazısında açıkılıyor bu kitapta. Aslında sadece Zülfü Livaneli’nin ideolojik yapısını değil, Güney’deki sol açıdan çarpık yapıyı da eleştirmek lazım diye düşünüyorum. Tümüyle Zülfü Livaneli haksız değil ve haklı yanları da yok değil. Ama kökenine baktığınızda maalesef bürokratik Sovyet anlayışı ve solun açmazlarıyla milliyetçiliğe gelip toslaması maalesef halklar arasındaki temasları da etkilemektedir. Ben sol partilerdeki milliyetçilik açmazının sadece ideolojik değil o toplumun milliyetçi ideolojiyle ilgili temasının da önemli olduğunu devamlı savunmaktayım. Sadece ideolojik değil sosyolojik ve kültürel yapı da milliyetçi ideolojiyi etkilemektedir diye düşünüyorum. Bu konser de böyle bir etki altında kalmıştır. Ve Zülfü’yle Maria Faranduri dostluğu da milliyetçiliğin dostluğa karıştırılması, patron ve dominant olma, empati yapamama, hoşgörülü olamama konuları da karışarak bir konserle birlikte  bu şekilde noktalanmıştı…

 

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
216AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin