arşivSaid İlhanKadınlarımıza “günü” kutlu ve mutlu olsun! - Said İlhan
yazarın tüm yazıları:

Kadınlarımıza “günü” kutlu ve mutlu olsun! – Said İlhan

Yeniçağ podcastını dinleyin

Batı dünyasında kadının erkekle olan eşitsizliğinin dengelenmesi yolunda verdiği mücadelede bedel ödeyerek bazı kazanımlar elde etmiştir. Buna rağmen dünya tüketim tacirlerinin ağına düşeli tıpkı sevgililer, anneler, babalar vs gibi  “Dünya Kadınlar Günü” yaratılmasına engel olamamıştır. Bunda ne var diyeceksiniz? Haklısınız ha 9,  ha 10 olmuş veya bir kaç fazla ya da eksik! Hepsinde ortak nokta başta siyasi istismar “sömürünün her türlüsü” öylesine makyajlanıp topluma bir güzel sunuldu ki farkına varamadan gelsin “cümbüşlü” kutlamalar ve tabii ki yöneticilerin onları ne kadar çok sevip, düşündüğüne dair ahkamları. Çarşı, pazar da canlanır tabiatıyla, mali gücü olan da olmayan da “kadını”nı memnun edecek bir şeylerin peşine düşer. Ama kutlanan “gün”den ve onun “mana ve ehemmiyeti”nden haberi olmayan, düzenin sömürülmeye mahkum ettiği büyük çoğunluk kendi “kader” yazgılarıyla baş başadır. Buna bir de erkek egemenliği eklenince kadın için çekilmez hal alır. Eve mali katkı sağlamak için çalışan, eve gelince mutfağa kapanan, çoluk çocuğun bakımını da üstlenen yine onlar… Kutlamalara bakın; aralarında sefaletin pençesine terkedilen bu kadınları tabii ki göremezsiniz, çünkü yok!  Kadın erkek ilişkisine gelince; Batı toplumlarında uzun mücadeleler sonucunda iyileştirilmesine karşılık, geri kalmış ülke ve özellikle de islam toplumlarındaki durum tam bir “fecaat!” Kadınını eve kapatıp kara çarşafa, peçeye veya türbana saran zihniyette kadının yerinin nerede olduğu anlaşılmaz mı. Din ve tabular sayesinde sürdürülen sosyal yapının “kültür” olması mümkün mü? Kültür her şeyden once geçmişten devralınan ama çağına uygun geliştirilen bilgi, eylem ve beceriler bütünüdür.

Bize gelelim; yaşam tarzı kültürümüz, inancımız ve demokrasimizle uzaktan, yakından alakası olmayan bir “kültür” dayatmasıyla karşı karşıyayız… Kendi ülkelerinde yaşam biçimi kültürlerinden, töre – namus cinayeti, cinsel taciz ve tecavüz, adi suçlar, insan hakkı ihlallerinden belki rahatsızlık duymayabilirler ancak başka bir ülkede bulunduklarını ve saygı duymaları gerektiğini bilmeleri gerekmez mi? Avrupa’nın bir çok ülkesine gidenlerin verdiği başlıca sorun bu… aynısını burada da görmeye başlamamız şaşırtıcı değil. Ülkeye girişlerin kontrol edilmemesi, yerli nüfustan çok nüfusun taşınmasının sonucudur. Buna toplumun sözde yöneticilerinin onay vermesi etkendir. Üstüne üstlük bir de siyasi iradesine darbe “vatandaşlık ile seçme ve seçilme hakkı” tanınması toplumsal yapıyı alt üst etmektedir. Nüfustan başka gazino / kumarhanelerin taşınması ve yan ürünü oluşan uyuşturucu ile fuhuş sektörü ahlaki değerlerin sorgulanmasını gündeme taşıyor. Kadınlar günü mü? Toplum tükenme noktasındayken daha neyi tartışıyoruz? Bugün yöneticilerimizle bir çok örgüt kendilerinin dahi inanamayacağı güzel şeyleri “kadın” hakkında söyleyecektir. Oysa kadın erkek eşitsizliği diz boyu! Kadın olarak “insan” düşünülmedikçe, hele gazino ve kumarhanelerde bir şekilde “meta” olarak alınıp satılmasına devlet tarafından (sermaye gözüyle bakılan kadınların koruma eşliğinde devlet hastanelerinde bulaşığı hastalıklara karşı rutin kontrolü de yapılarak) göz yumulurken hangi kadın hakları ve kadın günü kutlamasından bahsedilebilir? Hade yönetici eş ve yakınları bu duruma seyirci kalabilir, ya diğerlerine ne demeli… sessiz kalması “ahlaksız” durumu bir yerde onaylamak olmuyor mu!

 

MEMLEKETİMİZDEN BAŞKA BİR AÇI

Gündem öylesine saptırılmış ki tutabilene aşkolsun! Türkiye’nin AB bakanı ve üstelik de baş müzakerecisi Egemen Bağış “Kıbrıs’ta çözüm bulunmazsa Kuzey Kıbrıs’I ilhak ederiz” demesi ortalığı karıştırdı. Masadasını çözüme katkı koysanıza deyince de “vatan hain”liği suçlaması gelir. Allahaşkına 1950’lerden beri tüm çaba bu değilmiydi. Gerçi TC kurulurken bir “misakı milli” sınırlar çizilmişti ama mücadele sonlanmamıştı.  İngilizlerin de kışkırtmasıyla EOKA’ya karşı TMT’nin kurulması var. Yapılan yeminlere bakın anlarsınız. İngilizler “egemen bölge”yi garantiledi ya sonrası umurunda mı? Kıbrıs halkı toplumların kurtuluşunun nerede olduğu açık, AB toprağı aynı zamanda ve insanları da vatandaşı ve kimliğine sahip. Ancak ne uluslararası örgütler ne de AB buna gereken hassasiyeti göstermeyince Egemen Bağış da gerçeği dışa vuruyor. Bunda anlaşılmayacak bir durum yoktur. Ülkenin başbakanı topluma “besleme” deyince de benzeri karışıklıklar yaşandı ama toplumun yöneticilerinden tepki gelmeyince şimdi gelmesi bekleniyor? Hangi hükümet(imiz) doğru dürüst toplumsal kurtuluşun “Kıbrıs Cumhuriyeti”nden kaynaklanan haklarda bulunduğunu Türk yetkililerine iletmiştir, hatırlayanı var mı, yoktur. Kaldı ki Türkiye yönetimi o anlaşmalardan doğan hakları zaman zaman işine gelince ve garantörlüğü öne sürerek savunmaktadır. Demek ki ortada bir çelişki var “Uluslararası hukuk ve anlaşmaları” unutanlara hatırlamakla işe başlanabilir. Ama bunu kim ve kime yapacak? Ankara, Atina, Newyork, Brüksel ve tabii ki “joker” Londra.’yı muhatap alabilecekler. Sendikal platformun bazı temsilcilerinin Brüksel ziyareti bir başlangıçtı… keşke daha yaygın şekilde sürdürülebilse. “Kıbrıs’ta barış engellenemez” denir ancak adım atılmaya gelince “koltuk” engel olmaktadır.

Gündemin saptırılması ve Kıbrıs’ta çözüm yoluna takoz koyacak girişimler bununla kalmıyor. Müzakere masasında Rumlar çok şey istiyor şikayetlerinde bulunurken “verirsek bize hiç toprak kalmayacak” tartişmasını anlamak mümkün değil. Başkasının tapulu malının pazarlığını yapmak kadar siyasetin düştüğü acıklı durumu ciddiye almanın neresi “doğru” olabilir? Rumun savaşla geride bıraktığı malları üzerne oturup “devlet” kurmanın alemi ne? Satacaksın, gelen ganimetçilere peşkeş çekeceksiniz, sonra da “bize toprak kalmaz” diyeceksiniz. Esasen ayrı devlet ve bağımsızlığı “hak etmiyorsunuz” demenin Türkçesi. Ama bunu 73 milyona anlatamazsınız çünkü yaşadığı dönem tıpkı kadınına yaşattığı çağ ile alakalıdır. Usta ozan ne demiş_ “sofradaki yeri öküzünden sonra gelen” bir anlayışın anlaması beklenebilir mi?  Ne buraya taşınan gariban nüfus, ne de orada yaşatılmasına layık görülen durum dolayısıyla hakaret etmek değildir. Yine Ustanın “yok tek başına kurtuluş” sesine kulak vererek söylemi eyleme dönüştirüp bu zihniyetle savaşmaktan başka care yoktur. Bizim Kıbrıslıtürk toplumu olarak da BM kararları ve AB değerlerri çerçevesinde, Uluslararası hukuka sığınarak mücadeleyi genişletmeliyiz!

Ne yapabiliriz diyenlere; meclis çoğunluğu, cumhurbaşkanı, baş bakan ve hikimet elindeyken bir şey yapamayanların (toplumsal erimenin açık sebeplerini ifade etmekten korkanların) başaracağı şey değildir.  Ne farkı var, bugün de bu makamlar tek partied toplandı, değişen bir şeylerin olmadığı ortadadır. Demokratik örgütlerle, kurutuluşun nerede olduğuna inanan siyasi partilerle ortak mücadele yol açılmalıdır. Bu da yapılamazsa “besleme” de (AB toprağı olması imkan tanımasa da) “ilhak” da konuşulur ve kuzu kuzu sineye çekilir. Kendimizi aldatmayalım!

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
236AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin