yazılariktibasNoam Chomsky: Geleceği İşgal Et!
yazarın tüm yazıları:

Noam Chomsky: Geleceği İşgal Et!

Yeniçağ podcastını dinleyin

(In These Times’da yayınlanan bu makale, Noam Chomsky’nin 22 Ekim günü Boston’u İşgal Et kampında yaptığı konuşmadan uyarlanmıştır. Chomsky, Boston’un Özgür Üniversite mahalinde İşgal hareketinin düzenlediği Howard Zinn Anma Konferansı kapsamında konuştu. Zinn, bir tarihçi, aktivist ve A People’s History of the United Statesin yazarıdır.)

Bir Howard Zinn konferansında sunum yapmak benim için hem acı hem tatlı bir deneyim. Tüm hayatının rüyası olan bir harekete güç vermek ve katılmak için burada olmadığına üzülüyorum.Gerçekte o bu hareketin altyapısının gelişimi için çok şeyler yaptı.

Zaferler çabuk gelmez; eğer bu olağanüstü olaylar içinde kurulan ilişki ve birliktelikler uzun ve zor bir dönem boyunca sürdürülebilirse, İşgal protestosu Amerikan tarihinde önemli bir an’ı işaretleyebilir.

Gerek burada gerek dünya genelinde olsun, ölçek ve nitelik bakımından bu İşgal hareketinin tam bir benzerini daha önce hiç görmedim.

İşgal hareketinin benzersiz olduğu tespiti isabetli görünüyor, çünkü bu sadece şu aralar değil, 1970’lerden beri benzeri görülmemiş bir dönemdir.

1970’ler ABD için bir dönüm noktasına işaret etti. Ülke kurulduğundan beri , hep sevimli yollarla olmasa da sanayileşmeye ve zenginliğe doğru genel bir ilerlemeyle gelişmekte olan bir toplumdu.

En karanlık zamanlarda dahi beklentiler, ilerlemenin devam edeceği yönündeydi. Büyük Bunalım dönemini anımsayacak kadar yaşlıyım. 1930’ların ortasına kadar koşullar nesnel olarak bugünkünden çok daha sert olduğu halde ruh hali oldukça farklıydı.

Militan bir işçi hareketi örgütleniyor –CIO (Endüstriyel Örgütler Kongresi) ile diğerleri- ve işçiler oturma eylemleri yapıyorlardı, fabrikaları ele geçirerek onların yönetimini üstlenmelerine sadece bir adım kalmıştı.

Halkın baskısı karşısında New Deal yasaları kabul edildi. Yaygın duygu şuydu: “Darboğazdan çıkacağız.”

Şu aralar bir umutsuzluk ve bazen de çaresizlik duygusu hakim. Bu, tarihimizde oldukça yeni bir şey. 1930’lar boyunca çalışan insanlar işlerini geri kazanmayı umut edebiliyorlardı. Gerçekte Büyük Bunalım dönemindeki işsizlik düzeylerine sahip olan bugünkü koşullarda eğer sanayide bir işçiyseniz, mevcut politikalar sürdüğü taktirde işinizi sürekli kaybedebileceğinizi biliyorsunuz.

Amerika’nın görünümündeki değişim 1970’lerden başlayarak gelişti. Birkaç yüzyıllık bir sanayileşme ani bir değişimle sanayisizleşmeye çark etti. Elbette sanayi varlığını sürdürdü, ama denizaşırı ülkelerde ve çok kârlı, fakat işgücüne zararlı bir şekilde.

Ekonomi finansallaşmaya kaydı. Finansal kurumlar aşırı gelişti. Finans ve politika arasındaki korkunç döngü hızlandı. Servet giderek finans sektöründe yoğunlaştı. Seçim kampanyalarının yüksek maliyetleri ile karşı karşı olan politikacılar, giderek zengin destekçilerin ceplerine daha fazla el atmaya sürüklendi.

Ve bunun karşılığında da politikacılar, bu varlıklı kesimi Wall Street’e uygun politikalarla ödüllendirdi: Kuralsızlaştırma, vergi değişiklikleri, kurumsal yönetişimi gevşetmek. Tüm bunlar korkunç döngüyü daha da yoğunlaştırdı. 2008’de ABD yönetimi bir kez daha, tutuklanamayacak kadar cüsseli yöneticilere sahip ve batmasına izin verilemeyecek kadar büyük olan Wall Street firmalarının imdadına yetişti.

Bugün, açgözlülük ve namussuzluk yıllarından en çok menfaat sağlayan nüfusun yüzde 1’inin onda birlik bir kesimi için her şey hoş.

Hükümetin mali kurtarma operasyonlarıyla defalarca kurtarılmış olan Citigroup, 2005’te servet sahiplerinin bir büyüme fırsatı olduğunu kabul etti. Banka, yatırımcıları Plutonomi* Endeksi denen ve lüks mallar pazarının taleplerini karşılayan şirketlerdeki stokları tanımlayacı bir şeye para yatırmaya çağıran bir kitapçık yayınladı.

Citigroup durumu şöyle özetliyordu:

“Dünya iki bloka bölünüyor- Plutonomi ve kalanlar. ABD ve Kanada ana plutonomilerdir-yani servet sahibi kesimin güç sağladığı ekonomiler.”

Varlıklı olmayan kesime gelince, onlara bazen güvencesiz proleterler [precariat] deniyor; yani toplumun çevresinde güvencesiz bir hayat yaşamak zorunda kalan insanlar. Ancak bu “çevre”, nüfus oranı bakımından ABD’de ve her yerde toplumun önemli bir kesimi haline geldi.

Demek ki bir plutonomimiz, bir de güvencesiz proleterlerimiz var; yani İşgal hareketinin göz önünde tuttuğu yüzde 1 ve yüzde 99. Bunlar düz anlamlı değil, sadece doğru tabloyu temsil eden rakamlardır.

Halkın geleceğe inancındaki tarihsel tersine dönüş, tersine çevrilemez olabilen eğilimlerin bir yansımasıdır. İşgal protestoları dinamiği değiştirebilecek ilk önemli halk tepkisidir.

Şu ana kadar sadece iç sorunlardan söz ettim. Oysa uluslararası alanda başka her şeyi gölgede bırakan iki tehlikeli gelişme var.

İnsanlık tarihinde ilk defa insan türünün hayatta kalmasına yönelik gerçek tehditler söz konusu. 1945’ten beri nükleer silahlarımız var ve onlardan sağ kurtulmamız bir mucize gibi gözükmekte. Fakat Obama yönetimi ve müttefiklerinin izlediği politikalar gerginliği daha da teşvik ediyor.

Elbette bir diğer tehdit de çevre felaketidir. Gerçekte dünyadaki her ülke bu konuda en azından bir şeyler yapmak için çeşitli adımlar atıyor. ABD ise tam aksine geri adım atıyor. Şirketlerin açıkça kabullendiği bir probaganda sistemi, iklim değişikliğinin liberal bir muziplik olduğunu ilan ediyor: Bu bilim insanlarına niye kulak asmalı ki?

Eğer dünyanın en zengin ve en güçlü ülkesindeki bu uzlaşmazlık sürerse, felaket yön değiştirmeyecek.

Derhal disiplinli ve sürdürülebilir tarzda birşeyler yapılması gerekiyor. Elbette bu kolay olmayacak. Güçlükler ve başarısızlıklar olacak, bu kaçınılmaz bir şey. Fakat burada, ülkenin her yerinde ve dünya genelinde meydana gelen süreç gelişmeye devam etmedikçe, toplum ve politikada büyük bir güce dönüşmedikçe, daha iyi bir gelecek ummak boşunadır.

Büyük, etkin ve halka dayalı bir temel olmaksızın anlamlı insiyatiflere ulaşamazsınız. Ülkenin her yerine gitmek, insanlara İşgal hareketinin ne olduğunu, kendilerinin neler yapabileceğini ve hiçbir şey yapmamanın ne gibi sonuçlar doğurabileceğini anlamalarına yardımcı olmak gerekiyor.

Böyle bir temel örgütlemek eğitimi ve eylemciliği kapsar. Fakat eğitim insanlara neye inanmaları gerektiğini anlatmak demek değildir; eğitim onlardan ve onlarla birlikte öğrenmek demektir.

Karl Marks, “Aslolan dünyayı yorumlamak değil onu değiştirmektir” demişti. Unutmamanız gereken bir değişken de, dünyayı değiştirmek istiyorsanız onu anlamaya çalışmanın iyi olacağıdır. Bu ise, yapılan bir konuşmayı dinlemek ya da bir kitap okumak demek değildir, bazen bunlar da yardımcı olsa bile. Katılımdan öğrenirsiniz. Başkalarından öğrenirsiniz. Örgütlemeye çalıştığınız insanlardan öğrenirsiniz. Hepimiz fikirleri formülleştirme ve uygulama deneyimi ve anlayışını kazanmak zorundayız.

İşgal hareketinin en heyecan verici boyutu, her yerde olagelen bağlantılar inşa etmesidir. Eğer bu bağlantılar sürdürülür ve genişletilebilirse, daha insancıl gelişen bir toplum kurmaya adanmış çabalara öncülük edebilirler.

 

Plutonomi: Ekonomik büyümeye en zengin üst sınıf tarafından güç sağlanması ve büyümenin yine bu sınıf tarafından tüketilmesini ifade eder. Plutonomi, toplumun ekonomik büyümesinin zengin küçük bir azınlığın servetine bağımlı hale gelmesidir.

Çev. sol küre

 

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
218AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin