kızıl yeşil“Bandista, Çalışılmış Slogandan Başka Bir Şey Değil Aslında”
yazarın tüm yazıları:

“Bandista, Çalışılmış Slogandan Başka Bir Şey Değil Aslında”

Yeniçağ podcastını dinleyin

45 günde 36 konser verdiler. Avrupa’yı baştan başa 97 model bir minibüsle dolaşarak işgal evlerinde, gençlik merkezlerinde, festivallerde bağırdılar. Turneyi bahane ettik, döner dönmez çalıp kapılarını, “bizim merak ettiklerimiz var” dedik. Aklımıza gelen her şeyi sorduk. Clinic LiveMusicClub’ta bu akşam Devrimci Titreşimler’in ikinci konserini verecek olan Bandista, insan olarak kaybettiğimiz değerler için bağırmaya devam ediyor. İyi ki de ediyor.

Öncelikle nasılsınız? Keyifler nasıl?

En zor soruyu en başta sordun. Pek keyifli değiliz. Sinirimizi bozan çok şey var. En son Gerze’de olanlara mı sinirlensek, Beyoğlu’nda olanlara mı, bilemiyoruz. Keyifli olmaya çalışıyoruz diyelim.

Alemin hali aşikar. En çok neye atıyor tepeniz?

Sürekli demokrasi dersi veren bir iktidar var. Bu iktidarın tüm tartışma zeminlerini yok etmeye çalışdığı bir ortamdayız. Tek bir bilen olsun, her şey onun etrafında dönsün isteniyor. Bu süreçte 60′lara 70′lere dönülebiliyor. Bir savaş var her şeyden önemlisi. Yer yer tepki vermeyi bile unuttuğumuz, çözümsüz bir noktada kilitlenen kirli bir savaş. Daha geçen şöyle bir açıklama yaptı Devlet Bahçeli: “Kış gelmeden kara harekatı yapılmalı. Oradaki peşmergelere haddi bildirilmeli. İmralı’yla ilişkiler kesilmeli. Pazarlıklar kesilmeli.” En asap bozucu haberlerden biri buydu şu günlerde aldığımız. Her gün bu konuyla ilgili açıklamalar yapılıyor ama bir tane olumlu gelişme yok.

BDP’nin meclise girmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bu kadar çok demokrasi lafı edip de, halk iradesinin sayılmadığı başka coğrafyalar da var elbette. Çünkü içinde yaşadığımız sistem, Türkiye’nin şahsına münhasır bir sistem değil. Zaten halkın iradesini görmezden gelmek üzerine kurulu. Amaç halkın siyaset yapmasını engellemek. Kitleleri yüksek siyaset alanından uzak tutmak üzere kurulu bir parlementer sistem var. Bizim tüm bu siyaset tartışmasında baktığımız yegane şey,  mücadele eden sınıfın iradesinin nerede tecessüm ettiğidir. Kamu algısının kırılmaya çalıştığı bir dönemde Beyoğlu’nda belediye “sokaklar belediyenindir” diye bir açıklama yapabiliyor. Yönetenler,  “kamu eşittir devlet” fikriyle hareket ediyor. Sadece BDP’nin meclise girip girememesi değil her konuda hissedilen en net şey kamu kavramın anlamsızlaştırılması.

Peki siz bu süreçte delirmemek için ne yapıyorsunuz?

Biz isyan ediyoruz. Çığlık atıyoruz. Müzik yapıyoruz.  Bizim Bandista olarak elimizden bu geliyor. Çünkü Bandista  müzikal bir eylemdir. Örgütlü kalmaya, yan yana durmaya çalışıyoruz. Müşterek eylemler inşa etmeye çalışıyoruz. Bu sistem bireyin itaati üzerine kurulu bir sistem. Bu, insanı yabancılaştıran, delirten bir şey. Oysa hayat, nefes aldığımız ve temas ettiğimiz bir şey olmalı.  Ama şunu da söylemek lazım; “delirmemek lazım” gibi bir söylemimiz de yok. İnsanların delirme hakkı olması lazım. Yaptığımız şey biraz da delilik.   Deliyiz biz de. Bizce bunda sorun yok. Kim deli değil ki bu coğrafyada ya da dünyada? Gerze’deki halk da delidir. O kadar polisin karşısına çıkılır mı? Hopa’daki insanlar da delidir. Tekel işçileri de delidir. Tüm LGBTT hareketi zaten baştan delidir. Çünkü neyle karşılaşacağını bile bile çıkıp bir şeyler yapıyorsun. Siz de en azından bizimle sohbet ettiğiniz için, delisiniz. Yok mu başka işiniz kardeşim?!

 

“BANDİSTA BİR ÇIĞLIK. İNSAN OLARAK KAYBETTİĞİMİZ DEĞERLER İÇİN BAĞIRIYORUZ.

Umudunuz var mı? Değişebilir mi bir şeyler?

Bütün olan biten bir yana, direniş var, mücadele var. Bu yüzden umut da var. Biz “bir an gelecek, her şey değişecek” ümidiyle değil, tam da bugün neyi, ne kadar değiştirebildiğimizin peşinden koşuyoruz. Her şeyin herkes için iyileşebileceğine dair bir ümidin peşinden koşarak yapmıyoruz bunu. İnsan olarak değerlerimizi kaybediyoruz. İnsan olmanın gerekliliklerini unutuyoruz. Yasalar var, kimin yaptığı belli olmayan yasalar bunlar. Biz Bandista olarak, insan olarak kaybettiğimiz değerler için bağırıyoruz. Bandista bir çığlık aslında. En değerli varlığımız özgürlük. Bunu hep birlikte, inançla ve cesaretle savunuyoruz. Bu bir ütopyanın gerçek olmasını beklemek değil ama öte yandan ütopistiz, bizim de fantezilerimiz var. Bunun yanında gerçekliklerimiz de var. Her şey iç içe. Hiçbir fikri marjinalize etmek değil amacımız. Bir gün gelecek ve her şey değişecek diye bir şey yok. Bir gün gelecek, her şey herkes için iyi olmasa bile, herkesin her şeyin iyi olması için hakkını arayabileceği bir zemin oluşacak. Bunun hayalini kuruyoruz. Karar süreçlerinin parçası olmak istiyoruz.

Politika hangi ara sızdı hayatınıza? Ne zaman farkettiniz bir şeylerin yolunda gitmediğini?

Çoğumuz işçi kentlerinde doğduk.  Toplumsal grevleri, mücadeleleri görerek büyüdük. Yaşıt değiliz ama aşağı yukarı aynı jenerasyonuz. 70′lerin sonundaki 80′lerin başındaki baskıyı gördük. İşçi grevlerini gördük. Düşünerek, okuyarak, müzik dinleyerek bulaştık bu işlere. Ortaokul yıllarında Grup Yorum’un kaset kapaklarının içindekileri okuyup kafa patlattık. Her birimiz bir şeylerin yanlış gittiğini kendimizce fark ettik. “Ailelerimiz devrimciydi, biz de devrimci olduk” diye bir şey yok. Hepimiz kendi yolunca tanıştı politikayla.

Nasıl tanıştınız peki?

En temelde sokakta tanıştık. Birlikte eylerken tanıştık, başka başka alanlarda, başka başka eylemlerde. Başka başka direnişlerde ya da varoluş biçimlerinde. Başka başka şeyler yaparken.

Ne mesela?

İstanbul’da yaşayan, kentli, umudu olan ve deli devrimciler ne yaparsa onları yaparken işte. Hepimiz başka başka hayatlardan geliyoruz. Başka siyasetlerden. Eylemlerde birleştik. İçki sofralarında daha da birleştik. Kentte siyaset yapıp bir yandan da müzikle uğraşan insanlarken, müzikle siyaset yapmaya çalışan insanlar haline getirmeye çalıştık kendimizi.

 

“BİRLİKTE MARŞ SÖYLEMEYİ HATIRLADIK”

Peki tüm bu kargaşanın ortasında Bandista nasıl çıktı?

Birlikte marş söylemeye başladık. Sonra ne kadar çok marşı unuttuğumuz aklımıza geldi.  Herhangi bir eylemde Avusturya İşçi Marşı kulağımıza geldiğinde o kadar  heyecanlanıyorduk ki. Sadece o marşı duyduğun anın ötesinde bir şey bu. O marşın tarih boyunca söylendiği bütün meydanları, bütün mücadeleleri, bütün yoldaşları ve sadece bu ülke için değil dünyanın herhangi bir yerinde seninle aynı inanç ve iradeyle mücadele eden yoldaşları düşündüğün zaman bambaşka bir şeye tekabül ediyor. Ortak heyecanlandığımız şeyler var. Bunları hatırlayarak kendi entrümanlarımızla kendi üretimlerimizi yapmaya başladık. Bizim için marş söylemeyi tekrar hatırlamaktı bu. Sonra da insanlara bir kayıt sunduk. Bunu paylaşmak lazımdı, çünkü herkes her yerde olamıyor aynı anda.

İlk albüm böyle çıktı o zaman?

Evet. Sadece bu üretimleri kayıt altına almak ve sunmak. O kadar. İlk albümün hikayesi aşağı yukarı bundan ibarettir, daha fazlası değil.

İsiminiz nereden geliyor?

Bandista’nın genel çalışma mantığında sohbet etmek var. Biz sohbet ederiz, etiketleriz, üstüne konuşuruz. Bandista ismi de öyle çıktı. Bir şeyler üzerine sohbet ediyorduk; bando olmak, eylem ve bando birlikteliği, Zapatista hareketi, dünyada ne oluyor, tarihte ne vardı vesaire… “İstanbul’da kentli bir bando nasıl olurdu?” diye düşünürken Bandista diye bir isim çıktı ortaya. Bandista, İtalyancada kocaman bir bandoda tek bir müzisyen demek. Bizim de bandodaki herhangi bir sesten ya da herhangi bir eylemciden farkımız yok. Bundan ibaretiz ve yaptığımız şey bundan fazlası değil.

Kendinizi bir müzik grubu olarak değil de bir müzik kolektifi diye tanımlıyorsunuz. Aradaki farkı yaratan ne?

Kolektif olmak konusunda ısrarcıyız. Anonim bir iş yapıyoruz, zaten bunu savunuyoruz. Bu şekilde üretmek istiyoruz. Emeğimizin dışında bir şey kazanmak değil derdimiz. Çünkü yaptıklarını vahşi bir yere sunuyor, paylaşıyorsun. Biz örgütlülüğün, 12 Eylül sonrasındaki son kalıntılarına denk geldik. Örgütlülük konusunda ısrarcıyız. Anonim ve avam olmak konusunda ısrarcıyız.

Kültür endüstrisinin ve yıldızlaştırma sisteminin neresindesiniz?

Kültür endüstrisinin grup kavramı çok nettir. Grup tüm bileşenleriyle satılacak bir metadır. Grubun tek tek bireylerinin de bir satış değeri vardır. Bandista en baştan beri bireylerden ibaret değil. Kolektif bir yapı olduğumuzu vurguluyoruz sürekli. Sonuçta Bandista müzikal bir eylem. Ayrıca sadece müzik üreten bir yapı değiliz. Kolektifin içinde müzik icra etmek dışında başka işlerin ucundan tutan başka arkadaşlarımız da var. O yüzden bu kolektif yapıyı vurgulamamız gerekiyor, bir müzik grubu olmayı değil. Sürekli büyüyen, eklenen bir yapımız var. Menajerlik sistemiyle işleyen veya kültür endüstrisinin içindeki diğer gruplar gibi değiliz. Sadece sahnede bulunan insanlarla anılmak istemediğimiz için kolektifliğin altını sürekli vurguluyoruz.

Eylemler sizin için ne ifade ediyor?

Eylem vazgeçemediğimiz bir şey. Biz hep oradaydık aslında. Herkesle paylaştığımız kayıtları ortaya çıkarmadan önce de, Bandista olarak da, olmayarak da, müzik aletleriyle de, onlarsız da hep eylemlerin içindeydik. Sokaktaydık sürekli. İlk albümün çıkışını da en çok bu yüzden 1 Mayıs’a denk getirdik ve albümün tanıtımını 1 Mayıs’ta yaptık. Aslında Bandista’nın tüm eylem mevcudiyeti çalışılmış bir slogandır. Bir kendinden gelen sloganlar vardır, bir de çalışılmış sloganlar vardır. Önden oturur atölyesini yaparsın, konuyu tartışırsın, ne demek gerekir, vurgu noktaları nelerdir, karar verirsin. Bandista, çalışılmış slogandan başka bir şey değil aslında. Ne slogan atacağımızı biliyoruz. Bazen bin kişilik bir eylemde hepimiz farklı yerlere düşüyoruz. Herkes kendi bildiği sloganı atıyor. O zaman ortada bir Bandista müziği oluyor mu, olmuyor mu, o tartışılır.

 

“EĞER BANDİSTA ENSTRÜMANLARINI TOPLUYORSA, BİLİN Kİ POLİS MÜDAHALESİ GELECEKTİR”

Peki eylemlerde başınıza enteresan bir şey geldi mi hiç?

Güzel bir forum cümlesi vardı “Eğer Bandista enstrümanlarını topluyorsa, bilin ki polis müdahalesi gelecektir” diye. Biz hep ucundan yırttık. Bandista icracısı olarak bulunduğumuz bir eylemde elbette polis müdahalesi oldu, ama gözaltına alınmadık. Geçen sene 6 Kasım’da Ankara’da iki ayrı eylemde çalmak durumunda kaldık. Muhalif öğrenciler her zaman olduğu gibi tek bir alanda eylem yapamadılar,  İki ayrı eylem gerçekleşti ve biz ısrarla ikisinde de çaldık. İkincisinde Ankara’nın göbeğinde asfaltın üstünde çalarken bir metre arkamızda 12 tane panzer vardı. Sahne dekorumuz gerçek panzerlerden oluşuyordu. Bu enteresandı. Bir de albümü tanıttığımız 1 Mayıs’ta müdahale oldu. Herkes gibi koştuk biz de.Orada gözaltına alınan insanlar oldu. Belki üç metre arkada olsak, biz de gözaltına alınacaktık.

Sıradan bir eylemciden farklı olarak bir de enstrümanlar var sizde. Olası bir müdahalede koşmak zor olmuyor mu?

Evet, enstrümanlarla olmamız biraz sıkıntılı. Normal eylemcilikten aletli eylemciliğe geçerken  başka mekanizmalar işletmek gerekiyor, zamanla bunu öğreniyorsunuz.  ‘Müdahalede hangi enstrümanı kim nereye doğru koruyacak?’ gibi yöntemler bunlar. Yoksa bedenlerimiz veya gırtlaklarımız zaten sokağındır. Yapacak zaten bir şey yok. Ya sağ kalmak için kaçarsın, ya eylemi yeniden başlatmak için, ya da korkup kaçarsın. Bunların hiçbirinde hiyerarşik olarak bir sıkıntı yok. Sadece zarar görürlerse enstrümanları yerine koymak biraz zor. Öyle  bir teknik sorun var.

 

“DANS ETMENİN DE DEVRİMCİ BİR ŞEY OLDUĞUNA İNANIYORUZ”

Peki sahneye çıkınca ne oluyor? Sokak ayrı sahne ayrı bir yer sonuçta…

Sahneye çıktığımızda “Bu bir teneffüstür. Şu anda sokakta olmaya ara verdik. Eğleniyoruz. Dans etmenin de devrimci bir şey olduğuna inanıyoruz” vurgusu yapmaya çalışıyoruz. Bizim asıl olduğumuz yer sokaklar. Ama birlikte sürdürdüğümüz devrimci coşkuyu ufak bir ara vererek sahnede devam ettiriyoruz.

Mekanın değişimi ruhunuza nasıl yansıyor?

Her konser aslında bir tanışma anı. Birbirimizin yanında olduğumuz bir an. Bizim için mekanlar arasında fark yok aslında. Her mekan başka bir gerçeklik aslında. Yan yana geldiğimiz her alanın bir siyaseti var. Çaldığımız mekanın da bir siyaseti var. O mekanın adil olması, cinsiyet ayrımcılığı yapmıyor olması ya da bir araya getirdiğimiz kitlenin ırkçılıktan, milliyetçilikten ve homofobiden azade olması ve herhangi bir öğrencinin içebileceği fiyatları olması bizim için önemli. Bir taraftan teneffüs ama diğer taraftan da hala bir siyaset sürüyor.

Sol içerisinde birçok fraksiyonun ortak noktası aslında Bandista. Siz, durduğunuz yerden dinleyici kitlenizi nasıl görüyorsunuz?

Çeşitlilik iyidir. Bandista’nın içinde de bu böyle  zaten. Bizde de tek bir devrimci bakış açısı yok. Muhalefette farklı alanlardan gelen insanların oluşturduğu bir Bandista var. O yüzden Bandista dinleyicilerinin de buna tekabül ediyor olması çok normal.

Bu bir anlamda solu mücadelede birlikte hareket etmeye ikna etmek oluyor aslında…

Eğer 6 Kasım gibi bir gündem varsa, biz müşterek eylemlerden yanayız. Hele ki aynı şehirde ve aynı meydandaysak. Gerekirse teşkilatları buna zorluyoruz. Aynı üniversite üç gün arayla aynı gündemde dört ayrı teşkilat “gelir misiniz?” dediğinde, ret cevabı vererek “birlikte yapın, gelelim” diyoruz. Böyle bir ukalalığı niye yapıyoruz bilmiyoruz ama inandığımız budur.

Bandista’nın içinde de tek bir bakış açısı yok dediniz. Nedir peki sizi bir arada tutan değerler?

Bizim bir araya gelişimiz çok temel bir uzlaşıdan ibaret; antikapitalist, antiotoriter, hiyerarşiden ve biçimlerinden uzak, militarizmden uzak, feminist, homofobik olmayan, antifaşist, antiemperyalist bir mücadele. En başından beri ilkelerimiz bunlar oldu. Dostlarımızdan beklediğimiz de bu. Bu mücadelede birlikte hareket edebiliyor muyuz, edemiyor muyuz? Aslında asıl mesele bu.

Üretim süreci nasıl? Nasıl çıkıyor şarkılar?

Olabildiğince beraber bolca vakit geçirmeye çalışıyoruz. Nereye gidersek gidelim sürekli elimizde bir enstrüman oluyor ve bir şeyler çalıyoruz. Kimi zaman gerçekten bir söz, bir slogan, bir fikir, bir nakarat oluyor aklımızda. Onu hep beraber örüp bir şarkı haline getirmeye çalışıyoruz. Kimi zaman tersi oluyor. Dilimizde bir melodi oluyor, üzerine sözler geliyor. Henüz kaydetmediğimiz sadece konserlerin sonunda çaldığımız Atnikapitalista, bir dayanışma gecesinde insanlar Atnikapitalista sloganını atarken ve biz de üzerine çalarken çıktı. O yüzden “şarkılarımızı şöyle yapıyoruz” diye özel bir sistemimiz yok. Herkesin katılması için, şarkıları hep beraberken üretmeye çalışıyoruz. Şarkılar kolektif bir ortamda doğuyor. Kaydetmeden önceki son halini sahnede çala çala oluşturuyoruz.

 

“ALMANYA’NIN İLK İŞGAL EVİNDE ÇALDIK”

Turneden geldiniz yeni. Nasıldı? Nerelere gittiniz?

Çok güzeldi. Yunanistan, Avusturya, İtalya, Almanya, Slovenya, Hırvatistan, Bosna, Karadağ, Arnavutluk, Yunanistan ve İstanbul. Enteresan bir turne programı vardı. Özellikle Almanya’nın içinde çok dolaştık. Kuzey, güney, doğu, batı, gezdik durduk.

Nerelerde çaldınız?

Bir sürü işgal evinde, gençlik merkezinde, muhalif insanların bir araya geldiği yerlerde ve festivallerde çaldık. Almanya’nın ilk işgal evinde çaldık. Berlin’deki son sözleşmesi olmayan işgal evinde çaldık. 45 günde 36 konser verdik. Epey yoğundu. Bu Türkiye sınırlarının dışında batıya doğru yaptığımız üçüncü büyük turneydi.

Müzikal taraf bir tarafa  şarkılarda anlattıklarınız aslında sizi siz yapan şey. Sesinizi duyurabildiniz mi oradaki kitleye?

Çaldığımız her yerde bir saatlik Bandista seti hızlı bir “kendi medyanı yarat” durumu aslında. Türkçe söyledik. Dinleyicilerin yüzde 70′i için hiçbir manası yoktu söylediklerimizin. Ama şarkılar arasında yaptığımız konuşmalar, “Ermeni soykırımı diye bişi var”, “Tekel işçilerinin durumu budur” vesaire diyebilmek bizim için önemliydi. Oradaki muhaliflerle temas kurmak, başlı başına bir eylem aslında bizim için. Pratik enternasyonalizme tekabül ediyor bu. Örneğin verdiğimiz konserlerden bazılarını Clean Clothes Campaign (Temiz Giysi Kampanyası) ile ortak gerçekleştirdik. Bunlardan biri Almanya’nın Ruhr bölgesindeydi. Burası bir maden bölgesi. Ve çok fazla madenci slikozis hastalığı yüzünden hayatını yitiriyor orada. Normalde bu hastalığı anlatırken zorlanırsınız. Ama burada hiç zorlanmadık. Dil farkına rağmen mücalenin enternasyonal birlikteliği derken kastettiğimiz böyle bir şey.

Enteresan anlar oldu mu?

Çok! Avrupa’yı baştan başa 97 model bir minibüsle dolaşmaya çalışmak ve 45 günde 36 konser vermek başlı başına çok enteresan bir hikayeydi zaten. 20 bin kilometre yol yaptık. Ama turnenin en başında Atina’da halkla birlikte parlementoya karşı slogan atmak  bizim için en kıymetli anlardan biriydi.

Kayıt var mı? Merak ediyoruz neler yaptığınızı. Görebilecek miyiz bir şekilde?

Bütün turneyi videoyla belgeledik. Bir ara kesip biçip bir şeyler çıkartacağız ortaya.

Yolda insanın aklı başka çalışır. Eve döndüğünüzde keşfettiğiniz bir şey oldu mu? Bu seyahatten aklınızda kalan bir “evreka!” anı?

Bir kez daha hep birlikte kani olduğumuz üzere ulus devlet sınırları çok saçma şeyler. Dünyanın en yapay, en insanlık dışı şeyi sınır kapısı denilen yerler. Eski Yugoslavya’da özellikle bir günde altı sınır kapısı geçerek bunun ne kadar ayıp ve anlamsız bir şey olduğunu bir kez daha anlıyor insan. Toprağın kesintisiz şekilde devam ediyor olması, mesela bir dağ yolunun şöyle kıvrılması ne kadar doğal bir şey, düşünsene. Ama arabayla öylece giderken, yolun ortasında bir ülkenin başlayıp diğerinin bittiğini söyleyen bir sınır kapısının olması kadar saçma bir şey yok. Kabul edemiyorsun bunu. İnsan doğasına aykırı. Sadece isimler değişiyor ama aslında her şey aynı. Sınır kapılarının en iyi tarafı insanları istihdam etmesi. Bir sürü emekçi var oralarda çalışan. Ama çoğu artık belli değerlere yabancılaşmışlar. Yine de seyahat etme özgürlüğü ve serbest dolaşım hakkı şart.

Bu akşam bir konseriniz var. Onun duyurusunu yapalım bitirmeden.

Bu ülke toprakları dışında beraber eyleyip çaldığımız yoldaş gruplarla birlikte konserler veriyoruz. “Devrimci Titreşimler” serisinin ikinci konseri olacak bu. İlkini Boykot’la yaptık. Bu akşam Almanya’dan gelen yoldaşlarımız Compania Bataclan ile çalacağız. Konser Clinic LiveMusicClub’ta olacak. Bir de  bu konserden sonra bir süre konser vermeyeceğiz. Bu aydan sonra bir süre sadece eylemlerde çalacağız. Aramıza eklenen yeni icracı arkadaşlar var. Bir süre onlarla tecrübe kazanalım diyoruz. En azından niyetimiz bu yönde.

Son olarak bizim için bir slogan atar mısınız?

BU DAHA BAŞLANGIÇ MÜCADELEYE DEVAM!

 

Jiyan.org’ adına Röportaj: Melisa Kesmez, Fotoğraflar: Nazım Serhat Fırat

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
216AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin