yaklaşımlarAlpay DurduranDÜNYA KÜÇÜLDÜ YÖNETİCİLER KÜÇÜK KALDI – Alpay Durduran
yazarın tüm yazıları:

DÜNYA KÜÇÜLDÜ YÖNETİCİLER KÜÇÜK KALDI – Alpay Durduran

Yeniçağ podcastını dinleyin

Dünya küçüldü lafı çok söylendi. Ama küçülünce ne olacağı pek anlaşılamadı. Örneğin küçüldüğü için artık araba eksozları havayı kirlettiği için her yerinde hava kirliliği görülüyor ve iklim değişikliği olduğu kesinlik kazandı. Yaşamın kendini buna uyarlama çabasıyla yaşam alanlarına değişiklik görülmeye başlandı. Yosunlarda ve hatta balinalarda bu değişiklik saptanmaya başlandı.

Bir ve daha tehlikeli emare de en tehlikeli varlı olan insan topluluklarındaki etkilerdir. Sekiz yüz yıllık uykusunda olan islam dünyası tepkiler gösteriyor ki çok önemli. İnsan dünyanın en etkili ürünüdür. Ondaki değişiklikler tüm dünyayı sarsabiliyor. Keyfine göre dünyadaki hayatı öyle değiştirdi ki sadece yemek ve içmek için yaptıklarıyla yani tarlaları inek, kuzu, balık ve tavuk gibi yiyecekleri üretmek için doğada yaptığı değişikliklerle toplam yaşamı geri, dönülmesi çok zor ir duruma soktu.

Örneğin petrol yerine biyogaz üreteyim dedi doğaya daha büyük tahribat yapacağı endişesi doğdu.

İslam ülkelerinin yönetimlerine karşı ayaklanması başka bir tehlikeyi de gündeme getirdi. Sekiz yüzyıla yakın uykudan sonra ayaklanmalarını izliyoruz. Ayaklanmasınlar da ne yapsınlar? Halk sadece oralarda değil her yerde bir tek program için ayaklanıp da alternatifi dayatmamıştır. Yaşadıklarından bıkarak birkaç programın etrafında toplanmış olanların işbirliği içinde ve çelişkilerini kale almadan değişiklik talepleri uğruna ayaklanmıştır. Sonunda da program sahiplerinin biri kendi programını veya ortalama bazı şeyleri uygulamaya mecbur edilmiştir. Onun için islam ülkelerinde de olacak olan benzer şeylerdir. Önce kalabalıklara komanda edebilenler, yani aralarında uzlaşıp da ayaklanmaları sona erdirenler kendi aralarında bazı değişiklikler demek olan ortalama programları uygulamaya çalışacaklar ve halk izlemeye başlayıp düzeltmeler talep edecektir.

Hazırda siyasal program sahibi ve itibarlı birileri olmayınca zeminin kaypak olması kaçınılmazdır. Ayaklananları bir tarafa bıraksak da halk her yerde talep eder ve isteklerinin nasıl gerçekleştirilebileceğini bilecek durumda değildir. İsteklerinin yerine getirilemeyeceğini bilenler ilk dönemeçte devrileceğini ve mahkum edileceğini bilecek kadar ders almış ise ilerleme olur. Başat konu hep refahtır ama karnı doyan herkesin ikinci istemi de özgürlüktür. Bazıları özgürlüğü hayatı pahasına ister ama onlar nadir bulunur.

Burada esas ele almak istediğim kitle hareketleri olduğu için kitle hareketine katılanların istemlerine karşı ileri sürülen alternatifiniz ne sorusuyla karşılaşmalarıdır. Arap halklarının ne istediği sorulurken buna Avrupa’da hareketlenen Yunanlar İspanyollar gibi kitlelerin de ayni soru ile karşılaşmalarının ortak yanı ki buna bizdeki insanların da karşılaştığı ayni sorudur, ne yanıt verilmesi gerektiğidir. Bu soru softa şaşırtmacası denilen bir sorudur. Denilmek istenen “madem elinizde çare yok susun” dur. Acaba buna susarak mı yanıt verilmelidir?

Halkı hiçbir zamanda ve yerde çareyi tam olarak bilemez. Onun için hep susmak ve eylemlerden vazgeçmek zorunda sayılmaktadır. Bu temelden yanlıştır. Çünkü geriye seçimi beklemek ve seçime katılanlar arasında seçme yapmaktan başka yapacak bir şey kalmaz. O halde  her gün beş altı kez Arapça imam çağrılarını sabırla bekleyip beş yıl veya dört yıl beklemek ve anayasal hak olan gösteri ve yürüyüş hakkını unutmak gerekecektir. Bu da insan haklarının nafile namazına dönmesi olur. Halk istemek ve isteklerine karşılık görmek hakkına sahiptir ve çareyi bilmiyorsan sus denilmesine isyan etmek ister.

Çareyi göstermek siyasi partilerin görevidir ama sivil toplumun da görevi vardır ve hepsi hareketlenip çareleri göstermelidirler.

Halbuki rejimin buna izni var mı ve bunun görülmemesi için gayrı meşru yollar olan devlet ve bizde Türkiyeli güçler kullanılmakta mıdır? Kullanılıyorsa ki kullanılmaktadır partiler ve sivil toplum örgütleri cılız kalmaktadırlar demektir. Örneğin çarenin Kıbrıs sorununun çözülmesine yolu açmaktır diyenler ezici çoğunluktadır ama Kıbrıs sorununun çözülmesi için partiler öneri yapamayacak kadar baskı altındadırlar. Garantiler ve asker sorunun çözülmesine engeldir ama partilerden buna karşı vazgeçin diyememektekiler. Derlerse seçim kazanmayı unutmaları gerektiğine inanmaktadırlar ve konuyu tartışmaya bile yanaşmamaktadırlar. Türk Lirasının ekonomiyi çıkmaza soktuğuna inan çoktur ve eski lider Denktaş dahi bunu dile getirmişse de ileri götürememektedir. Yani çareyi konuşabilecek seçilme olasılığı olan bir parti yoktur. Sivil toplumun çoğunluğu da konuyu suskunlukla karşılamaktadır.

Halk buna karşı tartışmaya katılamamaktadır ve sadece istemlerini dile getirmek ile yetinmekte ve çareyi ileri sürememektedir. Arapların camilerden gürleyen ve sokaklara hoparlörlerle verilen vaazlara hapis olup sekiz yüzyıllık uykudan uyanamamaları ve rejimlerin çizdiği çizgide alternatif diye Hamas gibi daha gericileri desteklemesi olgusuna benzer bir zavallılık çıkmazı ortaya çıkmaktadır.

Yönetimler halka sorular soracağına yangını söndürmek için canlı bir tartışmaya olanak veren bir geri çekilişe razı edilmelidirler.

Bu kedinin boynuna zil takacak bir kahraman fare aramaya dönmemelidir. Buna izin verilmemelidir. Yani soluklanıp acele bir sonuç yerine çare üretmekle uğraşılmalıdır. Halkın katkısını sağlamak için rejimin elinde bulunan medya ve organize edilecek tartışmalarla siyasi partilerin projeleri dedikleri görüşlerini sürekli anlatmaları sağlanmalıdır. Tabii biliyorlar ki projeleri amin duasından ileri gitmez. Onun için görüştüklerinin rejime boyun eğmeyenlerden olmamasına dikkat ederler. Bazılarıyla boyları kısa diye görüşmeyi kabul etmezler. Halk bunu ayıt edemez. Çünkü başka türlüsünü görmemektedir.

Bir örnek vereyim proje dediklerini halk önemsememiştir çünkü cafcaflı laf olarak tespit etmişti. Dikkatini çekecek ve somut bir proje görmemiştir. Somuta örnek olarak TC- KKTC protokolüne bakalım. Gazetelerde yayımlanmıştır. Üç sütunlu tablo olarak gözler önündedir. Birinci sütun amaç, ikincisi hedef, üçüncüsü yapılacak işlem ve dördüncüsü tarihtir. Bizimkilerin ise sütunlu bir takdimi yoktur. Hepsinde olmayan da yapılacak işlem ve tarih sütununun içeriğinin olmamasıdır. Yapılacak işlem olmadıktan sonra proje demek dalavere çevirmek demektir.

Halk meydanlara çıkarsa ne yazık ki gene softa şaşırtmacası ile karşılaşacaktır.

Durun da bir düşünün ve halka alternatif hazırlayın be kardeşlerim. Dünya solunun genel düşünceleri sadece endokrine olanlara hitap eder.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
234AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin