Medya ve İfade özgürlüğü – Yılmaz Parlan

3417

İfade özgürlüğü herkese lazım ifade özgürlüğünün bittiği yerde yolunuz da biter. Gazeteci sizin istediğinizi söylemek zorunda değildir. Söylüyorsa gazeteci değildir zaten. Yıllar önce katıldığım bir seminerde dünyanın en meşhur gazetecisi şöyle diyordu: ‘’Gazeteci söylenmeyeni yazan sorulmayını sorandır’’. Yoksa siyasetçinin söylediğini herkes yazıyor zaten. Mesele o siyasetçi orda neyi söylemedi, onu bulabilmektir. İfade özgürlüğünü savunurken ‘’Ama’’sız savunmak lazım. Yoksa ‘’Ama’’dediğiniz anda bir önce söyledikleriniz de buhar olup bir şey ifade etmiyor. İfade özgürlüğü toplumun gelişmesi için elzemdir. Gazetelerin ifade özgürlüğü olduğu gibi gazetelerden kovulan köşe yazarlarının da ifade özgürlüğü olduğunu unutmamak lazım. Yoksa toplumun önünde ifade özgürlüğünün ırzına geçilir, nitekim geçildi de.

Reisin Talimatları bir bir yerine getiriliyor

Hayatta hiçbir şey tesadüf değildir. Tüm bunlar bir toplum mühendisliğinin ürünü ve bu doğrultuda düğmeye basıldı. İlk ırza geçme olayı KIBRIS gazetesinin önünde yaşandı: 3 ay evvelinden yayınlanan bir karükatür sorun olmuştu. Orada kimler vardı: Bugünkü YDP’nin en yetkili isimleri.Yapılan ilk seçimlerden iki vekille çıkan YDP ‘’Sendikalara karşı mücadele başlatacaklarını’’ açıklamakta da gecikmedi. Toplumsal mühendislik projesi saat gibi çalışıyor. Reisin talimatları bir bir yerine getiriliyor. Ardından KTÖS’e gidildi ve sonra da AFRİKA gazetesinin manşeti bahane edilerek Reisin inanılmaz bir sorumsuzlukla bir miting alanında aleni hedef göstermesi ile karşı karşıya olduğumuz faşizmin de örtüsü aşağıya düştü ve Kral artık çıplaktı!

Miliyetçiliğin Pandora kutusu açılmaya görsün

Miliyetçiliğin Pandora kutusu açılmaya görsün kimse nerede duracağını bilemez. Talimatı alanlar emri yerine getirmekte gecikmedi ve devlet kurumlarını da arkasına alan faşizan grup yüzlerce polisin gözü önünde gazeteyi bastı ve talan etti.. Olaylar cereyan ederken gazetenin hemen yanıbaşındaki yüce Mecliste vekillerin yemin töreni vardı, Cumhurbaşkanı da oradaydı. Siz bırakın Meclisin yanındaki olaylara seyirci kaldıklarını, bizi yönettiğini iddia eden yüce vekillerimiz bile kendi canlarını bu yemin töreninde bile korumakttan acizdiler!

‘’Bizde ne varsa orda da olacaktır’’

Hele bir tanesinin bir kadına saldıracak kadar alçalıp kendinden geçip, eline geçirdiklerini kadın vekilin yüzüne savurması utanç tablosunun da ötesindeydi. Arkadaş hızını alamamış olacak ki bir başka vekile ”senin yüzünü gözünü dağıtırım” diyebilmiştir. Dikkat çekerim bu yaramazlığı yapan vekilin partisi Mecliste sadece 2 vekile sahiptir ama bütün Meclisi terrorize etmeye yetmiştir. Tabii ki de bunları Erdoğan’dan aldıkları güçle yapmışlardır. Ne demişti Reis: ‘’Bizde ne varsa orda da olacaktır’’. Cumhurbaşkanı Akıncı Polise ‘’niye müdahale etmiyorsunuz, binayı yakacaklar ‘’ derken Polisin cevabı acıklıydı ‘’Talimat gelmedi!’’ İşte 10’cu maddenin ne kadar önemli olduğunu şimdi anladınız mı? Siz bir siyasetçi olarak görevde olduğunuz sürece kaç kez bunu dile getirdiniz ki? Cumhurbaşkanı o an ifade özgürlüğüne sahip çıkmak yerine diğer siyasi liderler gibi yalpalayınca ve anlaşılır bir şey söylemeyip yuhalanınca arabaya binip gitti ve canını zor kurtardı! Demokrasi mücadelesinde toplu sınıfta kalma olayı yaşanıyordu.

Taşıma nüfusun nelere kadir olduğunu da herkes görüyordu

Mecliste ‘’Hukukun korunacağına’’ dair vekillerimiz yemin ederken hemen yanıbaşında hukukun kabaca ırzına geçilip Linç icra ediliyor ve hızını alamayan bazı vekiller linci gerçekleştirenlerle sarmaş dolaş resim çektirerek ironi ötesi bir durum sergiliyordu. Bu bir tarafa bazı vekiller hızını alamayarak linç guruplarının bağlı oldukları dernekleri ziyaret ederek saldırıyı gerçekleştirenlerin sırtını sıvazlıyordu

Bu olaylar Meclisin ne kadar işlevsiz olduğunu gösterip BOYKOT politikasının da ne kadar doğru olduğunu gösteriyor ve taşıma nüfusun nelere kadir olduğunu da herkes görüyordu.

Büyükkonuk Belediyesi ve Eko günleri

Ya belediyelerimize ne demeli? Biz onları yaşadığımız yerlere hizmet versin, yaşam kalitemizi yükseltsinler diye seçiyoruz onlar ise koca belediyeyi kapatıp çalışanlarla birlikte sözde eyleme gidip gazetenin taşlanması ve talan edilmesine katkı koyuyor. Ne büyük bir utanç ve bu utançla nasıl yaşayacaklar çok merak ediyorum. Söz konusu belediye tutuklamalar başlayınca Saraya siyah çelenk koyması Allahım nelerin var dedirtecek cinstendi ve bu saatten sonra Eko Günü düzenlese ne yazar düzenlemese ne yazar! Attığı adımla Eko Gün de ekonomik ömrünü tamamladı. Aklı başında vatandaşsak eğer, Eko Günleri de bundan böyle Boykot ederiz. Sn. Başkan oturur Meclis üyeleri ile başbaşa kutlar. İskele Belediyesi çalışanlarına Otobüs desteği ile birlikte özel izin verirken Mağusa belediye çalışanlarının da bu saldırıda görüldüğünü not etmek lazım. Belediyelerin nasıl ele geçirildiğini gördünüz değil mi? Siz kendi özkaynaklarınızla değil de, Elçiğin verdiği paralarla ihalelere çıkarsanız elinizi kolunuzu böyle kaptırır, sonra da böylesi bir utançla yaşamaya mahkum olur ve köylünüzü de kasabalınızı da mahkum edersiniz. Belediyelerimizin bu eyleme şevkle destek vermesi kasalarında hiç para olmadığını, Elçiliğe yaranmak için yağcılık yapma yarışında olduklarını da gösteriyordu. 6 Siyasi parti liderinin ise linci gerçekleştirenleri sağduyuya çağırmaları gerekirken Lince karşı yapılacak eylem öncesi ‘’sağduyu’’ çağrısı yapması sözün bittiği yerdi.

Hiç kimse güvenlikte değil

Talimatı alanlar gazeteye saldırmakta bir beis görmedi ve bunu gayet pervazsıca yaptılar. Hukuk zaten yoktu ama kırıntıları da ayaklar altına alınarak dümdüz edildi. Üstelik Meclisin yanıbaşında oldu tüm bunlar ve canlı yayınla kamuoyuna servis edilip herkese bir güzel gözdağı verildi. Sonraki günler Cumhurbaşkanı Akıncı önce Polis Müdürü sonra da Güvenlik Kuvvetleri Komutanı ile yaptığı görüşmede ‘’Güvenlik güçleri bizi korumaycaksa,kim koruyacak’’ sorusunu sorup isyanını ortaya koydu. GKK ‘nın verdiği yanıta ise inanın yazacak bir şey bulamıyorum. Bu olaylar bir şeyi daha ortaya çıkarıyordu: Aslında hiç kimse güvenlikte değildi! Güvenlik güçleri dediğimiz aslında bizim değil, onların yani Erdoğanın güvenlik güçleridir. Belli oldu ki Kıbrıs’ta güvenliği sağladığını iddia eden Türkiye artık onu da sağlamıyor. Türkiye’nin ” Kıbrıs’ta güvenliği sağlıyoruz iddiası da bu olayla çöktü ve vatandaş arasında güven yitimine yol açtı.

BM’den ‘’Hukuka dön’’ çağrısı

Erdoğan mitingle sadece AFRİKA’ya değil savaşa karşı çıkan HDP’lilere de gözdağı verdi: ”Sokağa çıkarsanız güvenlik güçlerimiz sizi enseler”. Bu durum ayni zamanda BM ile Türkiye arasında 2003’ te imzalanan anlaşmaya da aykırı idi: Savaşın propagandası yapılmaz! Barış çağrısı yapanlar engellenemezdi, fakat diğer uluslararası sözleşmelerde olduğu gibi bu da kağıt üzerinde kalıyor, bu durum Türk insanını ve Türkiye’yi yalnızlaştırıyordu. Hukukun olmadığı yerde çanlar şehitler için çalıyor, geride yine pek çok gözü yaşlı masum insan kalıyordu.

Hukuğun bu kadar ayaklar altına alındığını gören BM Türkiye’ye ”Hukuka dön” çağrısı yaparak durumun vahametini gösteriyor, savaşa kodlanmış beyinlerin insanlığı ne kadar büyük bir tehdit altına aldığını da gösteriyordu!

Çağdaş ülkelerin hiç birisinde liderler insanları hedef göstermez, beğenmese de ifade özgürlüğünün geçerli olması için elinden ne geliyorsa yapar.

Açıkçası bir insanlık suçu işlenmiştir. Elbette her suç işleyenin yargılandığı gibi tarih de, hukuk da, insanlık da olayın tüm sorumlularını bir gün yargılayacaktır!

Olaylar BM ve AB’ye rapor edildi

Suriye’deki Afrin konusuna gelince ”Teröristler oraya yerleşti” iddiası hepsi bir bahaneden ibarettir! Operasyonun ana teması OHAL’ı sürekli kılmak ve yapılacak olan Başkanlık seçimlerine o yetkilerle girip galip gelmektir. Nitekim ilk önce kısa süreceği izlemini verilmiş ama sonrasında harekatın kuzey Irak’a da yayılabileceği ve uzun bir süre devam edeceği mesajı verilmiştir. HDP dışında tüm muhalefet partileri Erdoğana destek vermekle hata yapmış, yarışı daha başlamadan kaybederek, kendi kalelerine gol atmışlardır!

Oraya ÖSO ile girme iddiasına gelince, okuyucunun anlaması için soruyu şöyle soralım: Esad da bir gün yanına Kürtleri alıp ”Türkiye deki Kürtlere yardıma, özgürleştirmeye gidiyoruz” derse ne diyeceksiniz??? Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunduğunuz iddiasına gelince ”Esad gidene kadar savaşacağız” demek toprak bütünlüğüne müdahale değil midir?

Kıbrıs’a dönersek, güvenlik güçleri seyirci kaldı ama Kıbrıs Cumhuriyeti kuzeyde yaşanan insanlık ayıbını BM ve AB’ye rapor etti.

Yağmur ve fırtına bu sesi dünyanın dört bir köşesine taşıdı

Saldırının ilk şaşkınlığını atan halk ise ikinci bir saldırıya izin vermeyip gazete önünde etten bir duvar oluşturdu ve yapılmak istenene izin vermedi. Sendikal Platforum’un yıllar sonra düzenlediği mitingte insanlar sel olup aktı. Yağmur vardı ama şeker değildik ki eriyelim, sağanak yağmura rağmen yürüyüş büyük bir katılımla gerçekleşti. Hukuksuzluğa, Lince karşı tek yürek oldu halk ve tercihini ifade özgürlüğünden, demokrasiden yana koydu. Yağmur ve fırtına bu sesi dünyanın dört bir köşesine taşıdı, yankı yaptı ve İngiltere’nin en ünlü gazetesi The Guardian konuyu manşetine taşıyarak dünyada yalnız olmadığımızı gösterdi. Bu yürüyüş uluslararası konjoktürle hareket edilirse bir mücadelenin kazanılacağını göstermektedir ve buna literatürde gücü güçle dengeleme politikası denmektedir!