Böyle düşündük, böyle bozulduk 1 – Halil Paşa

3103

ŞARK KURNAZLIĞI

1974 yılında Kıbrıslı Rumların terk ettiği üretim araçlarını bir süre kullanıp tükettik.

“Türkiye hükümetleri bizi üretim araçlarından, üretimden uzaklaştırdı!”

“Balık tutan değil, balık yiyen, tüketici bir topluma çevirdi!”

İyi de üretimden uzaklaşanın, tüketici bir toplum olmanın tek suçlusu Türkiye midir?

Hiç mi seçtiklerimizin ve seçmenlerimizin bunda suçu yok?

Hiç mi şark kurnazlığı yukarıdaki söylemlerimizde?

Cemaat olarak diğer gelişmiş ülkelere göre hak etmediğimiz emekli maaşlarımızdan başlayarak, küçük bir adada müsrifliğiyle malul yönetim ağımızla gömüldüğümüz ekonomik batakta boğulmamamızın finansörü Türkiye hükümetlerinin, “borç vermeyi kesebileceği ihtimalinden ödü patlayan (çoğunlukla 1950-60 doğumlular-hp) siyasilerimiz” aracılığıyla cemaat olarak basiretimiz bağlanıyor…

Dünyanın gayr-i nizami siyasi listesinde yer alan KKTC’nin ekonomik çarkının dönmesini, 1983 yılından beridir finanse eden gelmiş geçmiş Türkiye hükümetlerinin, adamızı, sosyal-siyasal-demografik olarak kendisindeki bozulmaya ve hastalıklı yapılara dönüştürmesinden zerre kadar hicap duymadan… Üstelik de bu hicabı onun duymasını isteyecek kadar da “masum ve ileri” bir cemaat sayıyoruz kendimizi.

Savurganlıklarımızı, beceriksizliklerimizi finanse ettirmenin karşılığında, TC devletinin bedel olarak dayattığı nüfus göçünü, adaya taşıdığı “casinocu yatırımcıların” en güzel kıyılarımızı yağmasını, kendi halkımıza kapatmasını, çalışmayan arıtma tesisleriyle denizlerimizi kirletmesini, yasalarla denetlemek yerine, çıkardığımız emirnamelerle, mevcut yasalarımızı, neden oldukları çevre felaketlerine uydurmaya çalışıyoruz.

Şehirlerimiz kötü kokmaya, toz-toprak içerisinde kalmaya, trafik kuyruğunda saatlerce beklemeye başlayınca da bağırmaya başlıyoruz.

Türkiye askerinden sonra nüfusuyla da burayı işgal etti!..

İşgalcinin suçu var da işbirlikçinin ve onları seçmekten bıkıp usanmayanın hiç mi suçu yok?

Yıllarca Denktaş, UBP… Oylarınla hükmetmesine onay verdin bu adanın Kuzeyinde….

Seçerken en büyük gerekçen de, “bu çocuğumu işe aldı; erken yaşta emekli olmamı ve sonra çifte emeklilik yasasını çıkarıp, üstüne üstlük emeklilikten vergi alınmamasını da sağlayarak, maaşımı ikiye katlamamı sağladı…”

Başka ne için verdin yıllarca oyunu Denktaş ve UBP’ye?

“Türkiye etkin ve fiili bir şekilde ilelebet bu adada garantörümüz olsun” diye attığı nutuklar için…

Ey Kıbrıslıtürk olmakla övünen ve hala Türk milliyetçiliğini ve İslamcılığını elden bırakmayan zat-ı muhterem. Hiç düşündüm mü bu ödeneceğin maaşların, bu değirmenin suyunun nereden geleceğini?

Üretmeyince, hangi doğal kaynağımızdan karşılayacaktık bunca maaşı?

Altın dağlarımız, petrol kuyularımız mı vardı?

Siz bu basit soruları sormaktan aciz, sırf bayrak salladı ve partiye oy topladı ve de milliyetçiliğinden ve dahası şimdi Müslümanlığından emin olduğunuz ve fakat beden eğitimi öğretmenini ekonomi, turizm, ticaret ile ilgili bakanlık ve dairelerde yetkili kılarsanız neydi olacağı!..

Buydu olacağı!. Hem yazayım. Unutmayın, bunlar daha iyi günlerimiz…

TOLSTOY’UN 200 YILLIK ELEŞTİRİSİ BİZİMKİLER İÇİN HALA GEÇERLİ…

Tolstoy’un “Diriliş” adlı ünlü eserinde, roman kahramanı Nehlüdof, iki yüzyıl öncesinin Rus yöneticilerini; “….bütün Rusya’da, bu, hiç kimseye bir yararı dokunmayan komedi için aylık alan memur, yazıcı, bekçi, hademe, ordusunu düşündü. Bu göz boyama ne çok çabayı gerektiriyor… Bu çabanın yüzde birini huzurumuz için harcasaydık” diye eleştirir…

İki yüzyıl aradan sonra yaşadıklarımıza bir bakın… Başbakan, bakan, müsteşar, kaymakam, müdür için lüks arabalarla şoförlerinin maaşlarına, liderler için örtülü ödeneklerden, yurt dışı seyahatlerindeki beş yıldızlı otellerle harcırahlarına varıncaya, hatta devletin maliyesine havale edilen yeme-içme faturalarından başlayıp sünnet, düğün, cenaze törenlerine gönderilen çelenklere ve de dağlarda bayrak boyamadan ışıklandırmaya, kadar…

Hatta kamu ihalelerinde yolsuzluğa, “yatırımcı” diye devletin malını peşkeş çekmeye, işe alır makam verirken adam kayırmaya, havai fişekli kokteylli “milli” adı verilen harcamalarla yaratılan zenginlere kadar…

Bütün bunlar için harcadığımız çabaların binde birini bu adanın yeşilini, doğasını korumak için, temizliği ve insanlarının mutluluğu ve huzuru için harcamış olsaydık eğer…

Ne cemaat olarak bu denli bozulur, ne de böyle hastalıklı bir rejimle baş başa kalırdık…