Uzaya yolculuk – Aykut Bektaşoğlu

596

1974’den sonra, süratle kendimize ait uçak alanı yaptık. Ercan Havaalanı. Havaalanı binası olarak kullanacağımız yer, prefabrik duvarlardan inşa edilmiş büyük bir salondu. Yolcusunu gönderecek ya da karşılayacak olanlar, bina yanındaki tellerin arkasından, hem uçakları görebiliyor, hem de akrabalarına el sallayabiliyordu.

Bu havaalanı yapılmadan önce, Lefkoşa’da, Lefkoşa Havaalanı vardı. 1974’ten bu yana kullanılmıyor. Şu an bile düşündüğümde, modern bir yapı olarak hatırlıyorum. Geniş, ahşap merdivenleri olsun, uçakları görebilen geniş pencereli misafir salonu olsun, sosyal bir alan olarak hatırlıyorum. Hafızamda öyle kalmış. Başka türlüsünü görmemişliğimizden bize mi öyle geliyordu bilmiyorum. Ama hep özendik…

-Uçağa binebilmek için zengin olmaya.

-Uçağa binebilecek kadar iyi giyinebilmeye.

-İngiltere’de yaşayıp, mutlu olmaya.

-Avustralya’da yaşayıp mutlu olmaya…

Uçağa binip gitmek, sanki uzaya gitmek gibiydi. Sanki o uzak yerler aslında yok. Onların var olmaları, yalnızca uçağa binince gerçek oluyor. Bir kopuş yaşıyor, başkalaşıyorsunuz. Uzaklara gidenlerden gelen mektuplar, çok özeldi. Kokuları bile bambaşkaydı. Her şeyleri güzeldi. Uçağa binmek öylesine bir ayrıcalık ve hayatın gerçek tadı manasına geliyordu ki bizlere. İnanılmaz bir şey. Uçağa biniş salonuna bakan camlara yaslanan burunlarımızın DNA kalıntıları yapışıp kalmış olmalı günümüze kadar.

Cama dayanan insanların çoğunluğu, gözyaşlarını tutamazlar, hıçkıra hıçkıra ağlarlardı. Başka bir dünyaya gönderiyorlardı sevdiklerini. Hele o dönemin iletişim imkanlarını düşünecek olursak, katmerli bir kopuş yaşanıyordu her uçak havalanışında. Uçak motorunun son güç ile göğüs kafeslerini titreten havalanma mücadelesi, tarifsiz bir acı verirdi insanların yürek derinliklerine.

Her gün bizlere katmer pişiren ninemin, işini bitirene kadar, hiç bıkmadan, küçük yaşta İngiltere’ye gelin verdiği teyzemin adını, içi acıyarak ve tekrar tekrar andığını hiç unutmuyorum.

Yüz binlerce insanımız yurt dışına kaçtı. Gitti demiyorum. Kaçtı. Mecbur kaldı. Arkasında annesini bıraktı. Babasını bıraktı. Sevdiklerini bıraktı. Elli yıl geçse bile, o gittiği günü hiç unutmadı…

Her yıl değilse de iki yılda bir, yaz tatili için Kıbrıs’a tatile geldiler. Betonarme, iki katlı bir uçak alanımız bile vardı artık. Fakat yaygın kullanımımız yoktu. Gelenleri karşılıyor ya da yolcu ediyorduk. Birkaç yıl içerisinde, Türkiye’ye üniversiteye okumaya gidenleri, uçakla göndermeye başlayacaktık. İki katlı binanın balkonundan, el sallayabilecektik.

Uçak olayının, enteresan bir yeri ve değeri vardı. Tam olarak psikolojik sebebini bilmesem de, yine o yurt dışı özentimizle bağlantılı olduğu inancındayım. Bir de, ne bileyim, sanki bir özgürlük duygusu. Belki tek çıkış falan…

Yaz tatillerinde akrabalarımız geliyor dedik ya. Bizlerin, Anadolulular gibi davul zurna alışkanlığımız yok. Olsaydı, o uçak alanının izleyici balkonunda, onlarca davulu ayni anda çalardık. Misafirlerimizi öyle karşılardık.

Böyle bir şey yok. Fakat onlarca akrabamızın, alanın bekleme balkonunu doldurup, gelenlere kendimizi göstermeye çalışarak el sallamalarımızın, davul seremonisinden aşağı kalacak bir değere sahip olduğunu sanmıyorum…

Balkondan sarkmalar, özellikle demir parmaklıklar arasından vücudu geçebilecek çocuklar için çok tehlikeliydi. Herkes, gidenlere göstermeye çalışırlardı kendilerini. Boğazlarında oluşan düğümlenmeyi coşkulu sevgi gösterileri ile bastırmaya çalışarak…

Uçağın önce bagaj kapakları kapatılır. Kapaklar kapatıldıktan sonra, yuvarlak kapı kolu gibi olan aparat döndürülür ve bagaj kapısı kilitlenmiş olur. Yolcu biniş merdiveni, alt tarafındaki motorlu araçla geriye doğru çekilirken, uçağın biniş kapısı tecrübeli bir hostes tarafından kapatılıp kilitlenir…

Acı veren bir sahne. Uçağın yan tarafında bir sürü pencere var. Hangisi bizim akrabalarımıza ait bilmiyoruz. Buna rağmen, sanki biliyormuşuz gibi yaparak ellerimizi coşku ile sallıyoruz. Onlar bizleri görecek, gerçekten onlara salladığımızı zannedip, mutlu olacaklar…

Uçak, uçuş pistine doğru yol alır. Biraz önceki coşkulu tavırlar, eğlencelik uçak muhabbetleri yoktur. Bu muhabbetler, sanki bir sürü uçak mühendisinin bir araya gelip de uçak havalanışı konusunda seminer verdikleri izlenimini vermekteydi…

Artık herkes uysallaştı. Uçak pistin en başına geçti. Kalkışa hazır hale geldi. Motorlara tam güç verildi… Uçağın yeteri kadar hızlanması, sanki asfaltta gidiyormuş gibi hava üzerinde seyahat etmesine neden olacak…

Gökyüzündeki uçağa el sallanır. Yalnızca sessizlik vardır…