yaklaşımlarYılmaz ParlanBİR İNFAZIN ARDINDAN VE LİBYA! - Yılmaz Parlan
yazarın tüm yazıları:

BİR İNFAZIN ARDINDAN VE LİBYA! – Yılmaz Parlan

Yeniçağ podcastını dinleyin

Demokrasiye inanırım ama bir çok hareketin demokrasinin gelmesi için yapıldığına inanmam. Libya ve Arap Baharı dedikleri de bunlardan biridir işte. Arabın yalellisi gibi Tunus’ta başlayıp Libya’da biten süreçte herşey çocuklara anlatılan masallar gibi. Demokrasi ve Özgürlük gelecek-miş. Öyle mi dersiniz? Bir defa “Diktatör” diye niteledikleri insanların gidiş şekillerine baktığınızda, yapılmak istenenler konusunda bir fikir sahibi olabilirsiniz. Siz buna Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan bellidir de diyebilirsiniz. Demokrasi iddiasında iseniz, daha yolun başında demokrasinin barometresi olan adalet yani yargı mekanizmasını da ona göre çalıştırırsınız. Unutulmasın ki bir şey nasıl başlıyorsa öyle gider. Siz şikayetçi olduğunuz uygulamaların fazlasını misliyle rakibinize yaparsanız, kimse de sizin demokrasi kavgası verdiğinize inanmaz. Yapılmak istenenler, Ortadoğu’nun yeniden dizayn edilmesidir. Asıl olan, bunun adı da kontrollu bir kaos politikasıdır. Şöyle ki insanları kaos içerisinde yaşatacaksınız ki Demokrasiye ihtiyaç duyulsun. Sürekli bir kaos ortamı olacak ki yeni güvenlik mekanizmalarına ihtiyaç duyulsun. Kaos ortamlarında insanlar daha çok güvenlik, daha çok ceza diye bağırsınlar. Böylece sistem kendi yaşamını idame ettirecek, bağlı olduğu güç merkezlerine daha kolay biat edecek. O güç merkezleri de siz sistemin dışına çıktığınızda sizi kolaylıkla demokrasi adına tepeleyecekler. Tüm geri kalmış ülkelerde uygulanan politika budur maalesef.

 

Demokrasilerde bir insanın canlı yayında vahşice öldürülmesine yer yoktur…

Sözü kıvırmadan Albay Kaddafi’ye getirmek istiyorum. Kaddafi zalim olduğu için mi devrilmiş? Hayır. Halkına yeterince özgürlük vermediği için mi devrilmiş? Yine Hayır. İşlediği suçlardan dolayı mı öldürülmüş? Yine kocaman bir Hayır. Yaşananlar, uluslararası sermayenin bir komplosundan ibaret. Çünkü Kaddafi artık talimatları uygulamıyordu. BM’de bir yıl önce yaptığı konuşmada da iplerin koptuğunu herkes görebilirdi. O kürsüde yaptığı çıkışın bedelini tabii ki hayatıyla ödedi. O konuşma ile birlikte bileti de kesildi! Pekala Kaddafi bir özgürlük savaşçısı mı idi? Cevabım yine Hayır. 42 yıl o koltukta oturup da gücü elinde bulunduranlar özgürlük savaşçısı olamaz zaten. Ama Kaddafi bir takım Petrol Baronlarının çıkarlarına çomak sokmuştu. Bu da gitmesi için yeterli bir sebepti. Gidişinin vahşice bir şekilde olması, canlı olarak naklen dünyaya yayın yapılması, olayın nasıl da organize olduğunu gösteriyordu. Mesaj netti: Söylediklerimizi yapmazsanız akibetiniz ayni olur! Amerika’da Demokratlar iktidarda ama içte demokrasi çalışırken, dış politikada nedense demokrasinin çarkları değil infaz politikası devrededir. Önce Usame Bin Ladin temizlendi, ardından tetikçileri vasıtası ile Arap yarımadasındaki otoriter liderler! Tüm bunlar sözde demokrasi adına yapılıyordu ama demokrasilerde bir insanın canlı yayında vahşice öldürülmesine yer yoktu işte.

 

Kaddafi’nin infazı yapılırken resmin görülmeyen tarafında ise Libya infaz edilmişti…

Kaddafi tüm zamanların en vahşi yöntemiyle öldürülmekle kalmadı dünyadaki kötülüklerinde bir günah keçisi ilan edildi. Barbarca infaz edilmesi aslında insanlığın kendi kendini infaz etmesinden başka bir şey değil! O sahneler insanlığın bittiği bir anı belgelemektedir. Aslında üstelik de infaz gerçekleşirken tekbir getirmeleri, yaşanan maskaralığı ve acımasızlığı göstermekle kalmıyor onun koltuğuna oturacak olanların ne kadar gaddar ve despot diktatör olacağını gösteriyordu. Nitekim Libya Ulusal Geçiş Konseyi, 1 no’lu açıklamasında ülkenin “Şeriat” yasalarına göre yönetileceğini açıklıyordu. İsteyenlerin de 4 eş alabileceğini müjdeliyordu. Buna litaretürde “Çiğ köfteli İslam demokrasisi” diyorlardı!

 

Bazen çok merak ediyorum: Aklı selim Müslüman yok mudur?

İtiraf etmeliyim ki o sahneleri canlı izledikten sonra dumura uğradım. Kendime gelmek için bir hafta istedim. Öyle ya, sözde islamda merhamet dileyen silahsız birini öldürmek yoktu. Kaddafi ise öldürüldükten sonra Arap kültüründe büyük hakaret sayılan ayaklarından vurulup yerlerde sürüklendi. Aslında yerlerde sürüklenen İslamın kendisi idi. Meçhul eller tetiği çekerken, görüntüde Kaddafi’nin infazı yapılırken resmin görülmeyen tarafında ise aslında Libya infaz edilmişti. Irak’ta da ayni politika devrede idi. Libya’da da diğerlerinde sözde özgürlük için çatışmalar sürerken bankalar bir bir soyulmuş, Libya’nın en değerli tarihi hazineleri birileri tarafından yağmanlamış ve götürülmüştü. Libya’nın meşhur Bingazi hazinesi de bu yağmadan nasibini alıyordu. Üstelik yağmalayan da yine Müslümanlardı! TV’ler bu dramatik sahneleri dünyaya canlı sunuyordu. İslamın bir diğer yüzü dünyaya böyle teşhir ediliyordu işte… Bazen çok merak ediyorum: Aklı selim Müslüman yok mudur? Kuranda insan öldürmenin günah olduğu yazarken, tekbir getirerek insan öldürmek de neyin nesi?

 

Uluslararası sermaye dünyayı yönetmek için, iki aşamalı iki ayağı olan bir planı devreye sokmuş

Sonrasında ortaya çıkan bir genç, Kaddafi’yi kendisinin öldürdüğünü söyleyip kanıt olarak da silahını ve yüzüğünü gösteriyordu. Gerçek ise, uydudan telefon konuşması tesbit edilen Kaddafi kıstırıldığı yerden kaçmasın diye her türlü tedbir alınmış, orada bulunan ajanlar tarafından hem kendi hem de oğlu temizlenmiş veya temizletilmişti. Çünkü konuşmaması gerekiyordu ve Müslümanlığın da ne kadar acımasız bir din olduğu teması dünyaya canlı olarak servis edilmeliydi. Buna bir taşla iki kuş vurmak denirdi… Ulusal Geçiş Konseyi özgürlük kavgası verdiğini söylüyor, ama hesap soracağı kişiyi en acımasız yöntemle öldürünce maskesi de oracıkta düşüyordu. Bu işlerde bir yanlışlık yok mu? Çatışma anında yüzlerce insan ölürken sonrasında ise milyonlar telef oluyor ve kimse de bunu durduramıyordu. Örnek mi? İşte Irak. Ama demokrasi ona çok ırak ! Madem ki amaç insanları diktatörlerin pençesinden kurtarıp özgürlük sağlamak, bunlar nasıl oldu? Ortada demokrasinin bir harfi bile yok ama telef olan milyonlar var. Uluslararası sermaye dünyayı yönetmek için, iki aşamalı iki ayağı olan bir planı devreye sokmuş, geri kalmış ülkelerde sözde demokrasi adına rejimler tek tek devriliyor ve oralarda kontrollu bir kaos politikası uygulatırken biraz daha medeni olanlarda ise ekonomik kriz politikalarını devreye sokuyordu. Böylece insanların temel hak ve özgürlükleri bir bir ellerinden alınırken, halkı fakirleştirerek yönetme politikaları devreye giriyordu. Bir anlamda kapitalizm vahşileşiyordu. Halbuki yaşaması için “smart” olmasına gerek vardı. Ama aç gözlü sermayenin gözü doymuyordu işte. Yoksa tüm bunlar kapitalizm için sonun başlangıcımı idi? Karl Marx haklımı çıkıyordu? Aslında dünyada kriz yoktu ama zenginlerin dünyayı daha da sömürmeleri için krizler sürekli kılınıyor ve tetikleniyordu. Bu politikalara ilk ciddi itiraz ise Yunanistan’daki halk kitlelerinden geldi dersem abartı olmaz. Sunulan tiyatroyu Yunan halkı kabul etmeyince oyun bozuldu. Sonucunda kitlelere sözünü geçiremeyen Papaendro’nun ipi çekildi ve kellesi alınarak siyasi hayatına şimdilik son verildi.

 

Türkçe ifadesi ile birileri halkı silah bile kullanmadan soyuyor ve haklıyordu…

Yunanistan’da yaşananlardan ders alınması gerekirken, sınıf bilincinden yoksun bırakılan Türkiye halkını kandırmak Takiyye ustası AKP iktidarı için çok kolay oluyordu. Başbakan Erdoğan komşu ülkeyi biraz da ti’ye alarak dalgasını geçerken, en vahim hatalarından birini yapıyor ve yaklaşmakta olan tehlikeyi göremiyordu. Görse de elini ayağını Obama’ya kaptırdığından, verilen talimatları harfiyen uyguluyordu. Söylemeliyim ki; bir defa Yunanistan’a gülerken bin defa düşüneceksiniz. Örneğin Yunanistan’da ticari kredilerin faiz orani % 3-4 civarında seyrederken Türkiye’de bu oran % 15-20, KKTC’de ise % 30-40 arası seyrediyor, Türkçe ifadesi ile birileri halkı silah bile kullanmadan soyuyor ve haklıyordu. Gariban halka ise bunu ödemek kalıyordu. Erdoğan’ın her fırsatta öğündüğü “Bankaların içi artık boşaltılamıyor” derken perdeleme yapıyor, halkın soyulduğunu gözlerden kaçırıyordu. Bir başka örnek Yunanistan’da bir işçi emeklisi 2,000 Euro maaş alıp, Paskalyasında da ikramiyesini çifte alırken, TC’de bir Bağ Kur emeklisi 500-600 TL olan sefalet ücretine talim ediyordu. Bu durumda siz Yunanistan’a nasıl gülebilirsiniz? En azından orada insanlar uygulanmak istenen reçetelere çok ciddi tepkiler gösterip saygıyı da hak ediyor. Size eylem yapmak isteyen insanlara o şansı da tanımayıp saygısız kalmaya mahkum ediyorsunuz! Dahası Türkiye’de yüzlerce insan her gün bir şekilde ölürken, hapishaneler sorgusuz sualsiz tutuklanan insanlarla doluyordu. Türkiye’de insanın hiçbir değerinin olmadığını göstermek için çarpıcı bir örnek vermek istiyorum: Sadece Eylül ayında iş kazalarında 49 insan ölürken, Ekimde ise 53 kişi ölmüştü. Bu tarife yıllardır hiç değişmiyordu. Trafik vb yazmıyorum bile. Kamuoyunda ise bu ölümlere hiçbir tepki gelmiyordu ama öldürülen bir asker için onbinler sokağa dökülüyordu. Aslında ölen asker için değil, gücün karizması çizildiğinden “şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganları atılıyordu. Öyle ya, çatışmada ölen her asker ayni zamanda bir mağlubiyet de demekti. Ölen işçilerin ise hiçbir değeri yoktu. Ekmek için çalışmışlar ama ölmüşlerdi işte… Bir zamanlar Sarıkamış’ta 90 bin askerin tek bir mermi atmadan ölmeleri sorgulanmaya başlayınca Enver Paşa da kendince dahiyane bir yanıt vermemiş miydi: “Nasılsa bir gün ölmeyecekler miydi”.

 

Bir geceyarısı kamuoyundan gizlenen radar kalkanı anlaşması aslında herşeyi özetliyor

Arap Baharı dedikleri şey dünyanin üzerine karakış gibi çökerken, ayaklanmalar da Türkiye-Suriye kapısına dayanıyordu. Amerika’dan aldıkları talimatları uygulayan Türkiye, Esad’ın “demokrasi adına” gitmesini şart koşmuştu. Ama despot Suudi Arabistan rejimi için tek bir kelime etmiyordu. Her konuda batının çifte standardından şikayetçi olanlar, nedense şimdi kendileri çifte standartlar uyguluyordu. Siyasette ahde vefa yoktu! 1974 yılında Kıbrıs Harekatı yapılırken Türk jetlerine yakıtı Kaddafi Libyası sağlamıştı. 2011 yılında ise ona ihanet edenlerin başında Türkiye geliyordu. Burada dikkat edilmesi gereken şey, Türkiye’nin yani AKP iktidarının islami hareketlere verdiği destektir. Ben söylemiyorum: TC Dışişleri Bakanı Davutoğlu bizzat açıkladı: 200 milyon $ nakit para 4 taksit halinde Kaddafi’nin devrilmesi için özel uçakla UÇK yetkililerine ulaştırıldı. Darfur’da da durum farkı değildi: Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin toplu ölümlerden sorumlu tuttuğu bir adama Türkiye destek vermiş, dahası Gazze’de FKÖ ile bile ters düşen Hamas’ı kollamaktaydı. Terörü destekleyenlerin bugün terörden şikayetçi olmaları ne büyük bir çifte standarttır, siz karar verin artık!!! İsrail’in bir asker karşılığında serbest bıraktığı en azılı Hamas teröristlerinin Ankara’da ağırlandığını da unutmamak lazım tabii ki! ABD’nin tetikçiliğine soyunan Erdoğan için ayaklanmaların Suriye ile birlikte Türkiye kapısına dayanması, tehlike çanlarının nasıl da çaldığını gösteriyordu. Aslında bu bir tehdit ve Amerika her zaman olduğu gibi var olan durumdan maximum avantaj sağlarken, Erdoğan da Obama’nın tüm talimatlarını harfiyen yerine getiriyor. Bir geceyarısında kamuoyundan gizlenen füze-radar kalkanı anlaşması aslında herşeyi gayet güzel özetlemiyor mu?

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
215AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin