toplumsal muhalefettoplumsal hareketlerMezopotamya Sosyal Forumu’nun ikinci günü tamamlandı
yazarın tüm yazıları:

Mezopotamya Sosyal Forumu’nun ikinci günü tamamlandı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Mezopotamya Sosyal Forumu (MSF), 2. günü sona erdi.

“Özgürlük kazanacak” sloganıyla düzenlenen MSF’nin ikinci gününde “Ortadoğu’da Sulama Politikaları ve Alternatif Yaklaşımlar”, “Kapitalist Kültür Hegemonyasına Karşı Halkların Kültürel Direnişleri”, “Toplumsal Travma ile Başetme”, “Avrupa’da ve Türkiye’de Yükselen Irkçılık”, “Filistin’de ‘Eylül’, Filistinlilerin Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı ve Filistinli Mülteciler”, “Ortadoğu’da Halkların Başkaldırısı”, “Yeni Özgürlük Alanları, Yeni Mücadele Hatları”, “Mülteci ve Göçmen Hakları Sorunu” başlıklı paneller düzenlendi.

 

FİLİSTİNLİ ENSTİTÜ BAŞKANINA VİZE YOK

Ekoloji Çadırı’nda düzenlenen “Ortadoğu’da Sulama Politikaları ve Alternatif Yaklaşımlar” panelinde programda olmasına rağmen katılmayan Filistin Su Enstitüsü Başkanı Saleh Rabi’ye, Türk Büyükelçiliği tarafından vize verilmediği belirtildi. Rabi’nin programa katılamamasını panelistler ve dinleyiciler “Türkiye Filistin’in tanınması için dünya kamuoyunda çalışma yürütüyor ama Filistinli vatandaşlara Türkiye’ye gelebilmeleri için vize vermiyor” şeklinde değerlendirdi.

Öte yandan Mezopotamya Sosyal Forumu Koordinasyon Kurulu, Kamerun, Çad ve Nijer’den foruma katılmak isteyen konukların Türk Büyükelçiliği tarafından vize verilmediği için katılamadıklarını ifade etti. Koordinasyon Kurulu, söz konusu davetlilerin daha önce Türkiye’de düzenlenen Dünya Sosyal Forumu’na da katıldıklarını belirterek uygulamanın keyfi olduğunu söyledi. Koordinasyon Kurulu, Türkiye’nin vize vermediği konuklarla iletişime geçti ve kendilerine neden gelemediklerini sordu. Kamerun, Çad ve Nijer’den foruma katılması beklenen konuklar, Kayapınar Belediyesi’nin davetini Kamerun Türk Büyükelçiliği’ne ilettiklerini ve Diyarbakır’da düzenlenecek olan Sosyal Forum’a katılacaklarını ifade ettiklerini; Türk Büyükelçiliği’nin ise kendilerine “Kayapınar Belediyesi’nin Türkiye’de herhangi bir tanınırlığı ve kredibilitesi yok” cevabını verdiklerini belirtiler.

 

Filistinliler: Devlet ilan etmek yetmez Filistin’i inşa etmeliyiz.

Mezopotamya Sosyal Forumu çerçevesinde düzenlenen “Filistin’de ‘Eylül’, Filistinlilerin Kendi Kaderini Tayin Etme Hakkı ve Filistinli Mülteciler” konulu panelde konuşan Filistinliler, BM Genel Kurulu’nda Filistin’in bağımsızlığının ilanı istemi eleştirilerek, bu şartlarda kurulacak bir Filistin devletinin zayıf bir oluşum ve Emperyalist devletlerin kuklası olacağı vurgulandı. Konuşmacılar, devlet ilanından önce İsrail işgalinden kurtarılmış bir Filistin’in inşa edilmesi gerektiğini dile getirdi.

Panele Filistin Halk Partisi Sözcüsü Selim Reşit, Abnaa el-Balad Hareketi Temsilcisi Hatem Şahla ve Filistin Ulusal Temsil Hareketi Sözcüsü Hanna Suleyman konuşmacı olarak katıldı. Moderatörlüğünü Harun Turgan’ın yaptığı panelde ilk olarak konuşan Filistin Halk Partisi Sözcüsü Selim Reşit, Filistin’in köklü bir tarihsel süreç ve sorunlar yumağında bugüne kadar geldiğini belirterek, yaşanan bu sorunlar yüzünden birçok Filistinlinin ülkesinin dışında dünyaya geldiğini söyledi.

İsrail’in Filistin’i sadece işgal etmekle kalmadığını, orada yaşayan halkların yaşam biçimlerini de değiştirdiğini belirten Reşit, bu yolla Filistin halkının tamamen haklarından mahrum kaldığını dile getirdi. Bir İngiliz sömürgesi olan Filistin topraklarının İngilizler sayesinde Yahudilerin göçüne maruz kaldığını ve Yahudi yerleşimcilerin Filistin topraklarını ele geçirdiğini kaydeden Reşit, bu nedenle İngilizlerin Filistin topraklarının şekillenmesinde en büyük payı oynadığını ifade etti.

 

ABD’nin desteğiyle İsrail Ortadoğu’nun güçlü devleti oldu

Filistin’in İsrail işgaline girmesinden sonra ve başlayan direnişle birlikte Birleşmiş Milletlerin (BM) devreye girmeye başladığını söyleyen Reşit, şöyle devam etti: “BM soruna el attıktan sonra sorunların barışçıl yöntemlerle çözüleceği umuluyordu. Ancak emperyalist devletler BM’yi kendi çıkarları için kullandı ve Filistin’de çözüm süreci gelişmedi. Sorun barışçıl yöntemlerle çözüleceğine içinden çıkılmaz bir hal aldı. Filistinlilerin yerlerinden edilmesi süreci bu dönemde de devam etti. Böylece Yahudiler Filistin topraklarına tamamen yerleştiler. İsrail’in arkasında güçlü devletler vardı ve bunlardan en önemlisi de ABD’ydi. Amerikalıların desteğiyle İsrail Ortadoğu’da güçlü bir devlet haline geldi.”

Başka ülkeler tarafından kabul edilmeyen ve yerlerinden sürülen Yahudilerin şimdi bu devletlerin desteğini arkasına aldığını belirten Reşit, bu ülkelerin silah ve ekonomik destek vererek İsrail’in Ortadoğu’da terör estirmesini sağladığını dile getirdi.

BM kararlarına göre mülkiyet hakkının ihlal edilemeyeceğini, edilmesi halinde ilgili devletin tazminat ödemesi gerektiğini söyleyen Reşit, ancak bu kararların Filistin için uygulanmadığını kaydetti.

Filistin sorunun çözülebilmesi için tüm Filistinlilerin birleşmesi gerektiğini ve dünyanın desteğini arkalarına almaları gerektiğini belirten Reşit, “Şu ana kadar sürdürülen barış görüşmeleri başarısız oldu. Bunun nedeni Filistinlilerin bir bütün olarak hareket etmemeleridir. Ayrıca İsrail’in ABD’den koşulsuz tam destek alması da önemli rol oynamıştır. Ancak bundan sonra bu kader değişmelidir. Bunun için artık Filistin halkının bir devlet olarak tanınması ve Kudüs’ün başkent olması gerekir” dedi.

 

‘Bu şartlarda kurulacak bir devlet zayıf olur’

Reşit’in ardından söz alan Abnaa el Balad Hareketi Sözcüsü Hatem Şahla, Filistin yönetiminin BM Genel Kurulu’nda bağımsızlığını ilan etmek istemesini eleştirerek, böylesi bir girişimin Filistin sorununa bir çözüm olmayacağını dle getirdi. Böylesi bir girişimin önemli bir adım olarak görülebileceğini ancak bu şartlarda kurulacak bir Filistin devletinin zayıf olacağının da bilinmesi gerektiğini kaydeden Şahla, şunları söyledi: “Böylesi bir devletin destekçisi olmayacaktır. Bu da zayıf kalmasını sağlayacaktır. Zayıf kalan bu devlet ekonomik anlamda da ciddi sıkıntılar çekecektir. Ekonomik sorunlar yaşayan bir devlet ne siyasi, ne de askeri anlamda güç sahibi olamayacaktır. Filistinliler Gazze ve Batı Şeria’da serbest dolaşamayacak. Bırakalım bu iki bölge arasındaki dolaşımı, Batı Şeria’da bile rahat dolaşamayacaklar. Çünkü İsrailliler buna izin vermeyecektir. Böyle bir devlet hangi soruna çözüm olabilir ki?”

 

‘Sembolik devlet emperyalistlerin kuklası olur’

Zaten Filistin yönetiminin BM’de yapacağı bağımsızlık ilanının ne İsrail, ne de ABD tarafından kabul edilmeyeceğini sözlerine ekleyen Şahla, “Bu ilan kabul edilse bile İsrail Kudüs’ün başkent olmasını, mültecilerin geri dönmesini kabul etmez. Böyle olursa sembolik bir devletin anlamı da olmaz. Bu devlet sadece Siyonistlerin ve emperyalist devletlerin kuklası olur” dedi.

Sorunun çözümünün Filistin topraklarının 1948 öncesi haline dönmesi olduğunu vurgulayan Şahla, “Bunun olması için Filistinlilerin birlik olması gerekir. Ayrıca Arap devletleri koordineli bir şekilde Filistin’e destek olmalı. Filistinliler tam bağımsız tek bir devlet üzerine çalışmalı bunun kurulması için mücadele etmelidir” diye konuştu.

 

‘Filistin yönetimi mülteci haklarını esas almıyor’

Panelde son olarak konuşan Filistin Ulusal Temsil Hareketi Sözcüsü Lübnan’da yaşayan Filistinli Mülteci Hanna Suleyman, Filistinlilerle ilgili BM’de alınmak istenen kararların ve yapılan görüşmelerin kendileri dışında geliştiğini belirterek, Filistinli mülteciler olarak bu girişimleri reddettiklerini söyledi.

Mülteciler adına BM’de temsil edilen grubun Filistinli mültecileri temsil etmediğini vurgulayan Suleyman, “Filistinli mültecilerin ülkelerine dönme hakkı vardır. Uluslararası kurallara göre de bu hak vardır. Ancak BM’de yapılacak bağımsızlık ilanı 1948 topraklarını kapsamıyor. Böyle olunca mülteciler de ülkelerine geri dönemeyecekler. Hatta bu şekilde mülteci olarak bile kabul edilmeyecekler. Mülteci olma hakkımız bile elimizden alınacak. Filistin’e geri dönme hakkı aynı zamanda kendi kaderini tayin etme hakkıdır. Ancak Filistinliler adına BM’ye gidenler bu haklarımızı esas almıyor” dedi.

 

‘İlan etmek yetmez gelin inşa edelim’

Temel taleplerinin Filistin’e dönmek ve ulusal oy verme hakkının tanınması olduğunu belirten Suleyman, şöyle konuştu: “Filistinlilere oy verme hakkı verilmeli. Eğer Filistinliler oy vermek suretiyle kaderini tayin hakkına sahip olursa ne yapacaklarına da karar verebilirler. Böylece parçalı duruş ortadan kalkar ve halkın istemleri yerine gelmiş olur. Madem bir devlet ilan ediliyor neden Filistin halkı garanti altına alınmıyor? Filistin devletini sadece ilan etmekle olmuyor, gelin bu devleti inşa edelim.”

Panel yapılan konuşmaların ardından katılımcıların düşüncelerini dile getirmesi ve soru cevap bölümüyle sona erdi.

 

MSF’de Kapitalizme karşı halkların kültürel direnişleri tartışıldı

Mezopotamya Sosyal Forumu (MSF) kapsamında “ Kapitalist Kültür Hegomonyasına Karşı Halkların Kültürel Direnişleri” konulu panel düzenlendi. Panelde konuşan İtalya’dan foruma katılan Pangea Mundi Onlus Organizasyonu Üyesi Eleanora Iannotta, soykırımın sadece insanların toplu olarak ortadan kaldırılması olarak algılanmaması gerektiğini, anadilin yasaklanmasının da soykırımın bir başka çeşidi olduğunu söyledi. Diğer bir panelist Şair- yazar Erol Balcı da İkinci dünya savaşından önce iktidarların dünya konjöktüründe yürüttükleri savaşın daha çok fiziksel olduğunu ancak, son 50 yıl içerisinde kültürel düzlemde bir soykırımın hayata geçirildiğini belirtti.

Moderatörlüğünü Hazal Pekeri’in yaptığı oturuma Şair-yazar Erol Balcı, Araştırmacı-yazar Osman Oğuz ve İtalya’dan Pangea Mundi Onlus Organizasyonu Üyesi Eleanora Iannotta katıldı. Panelin çok sayıda kişi tarafında ilgi ile izlenmesi dikkat çekti.

 

‘Ortak çalışma yürütülmeli’

Panelde ilk olarak söz alan Eleanora Iannotta, soykırımın bir insan grubunun yaşamsal hakkının reddi olduğunu söyledi. Soykırımın bütün insanlığı şok eden bir gerçeklik olduğuna dikkat çeken Iannotta, “ Soykırım sadece insanların toplu olarak ortadan kaldırılması olarak algılanmamalı, anadilin yasaklanması da soykırımın başka bir çeşididir” dedi. BM Genel Kurulu’nda daha önce herhangi bir bireyin dil, din ile kültürünün yasaklanması ve en temel insani haklara erişimine engellenmesinin jenosid olarak tanımlandığına vurgu yapan Iannotta, sonraki yıllarda bu kararın kaldırılması farklı etnik yapı, dil ve kültürleri soykırıma karşı korumasız hale getirdiğini belirtti. Iannotta etnik ve kültürel soykırıma karşı uluslararası alanda ortak çalışma yürütülmesi gerektiğini aktardı.

 

‘Ulus-devlet kültürler mezarlığı oluşturdu’

Daha sonra söz alan Şair-yazayr Erol Balcı, İkinci dünya savaşından önce iktidarların dünya konjöktüründe yürüttükleri savaşın daha çok fiziksel olduğunu ancak, son 50 yıl içerisinde kültürel düzlemde bir soykırımın hayata geçirildiğini dile getirdi. Günümüzde ulus-devlet sisteminin küresel sistem tarafından kabul edilemez hale geldiğini belirten Balcı, Ortadoğu’da , “Arap Baharı” diye adlandırılan halk ayaklanmalarının ulus- devlet sisteminden kaynaklanan bir kriz olduğuna işaret etti. Balcı, Ulus-devlet ile yürütülen kültürel asimilasyonda bireylerin sistemin hizmetçisi haline getirilmesi için çaba harcandığını anlattı. Hitlerin , “ Kültür kelimesini duyduğumda elime silah almak geliyor” sözünü hatırlatan Balcı, “Hitlerin bu sözünün iktidarların kültürel farklılıklara balkışının bir özeti olduğunun altını çizdi. Soykırımın daha çok güçlü kültüre karşı yapıldığına dikkat çeken Balcı, “ Asimilasyon ise daha çok zayıf kültürlere uygulanır. Ulus-devlet Mezopotamya’da binlerce kültür, dil ve yaşam biçimini yok ederek kültürler mezarlığı oluşturdu. Ortadoğu’da ulus devlet ve kapitalist hegemonya cehenneminde insani değerler adeta yakılmıştır” dedi.

Ulus devletin farklı etnik ve kültür gruplarını yok etme anlayışına karşı alternatif yaşam hareketlerine ihtiyaç duyulduğunu ifade eden Balcı, konuşmasına şöyle devam etti: “ Ulus devletin bu inkarcı, yok eden anlayışına karşı etnik, demokratik ulus hareketi, demokratik ulus hareketi ve din hareketleri ortaya çıkıyor. Kürtlerin önerdiği Demokratik Özerklik modeli de etnik kültürlerin varlığı için bir garanti niteliğindedir”

Daha sonra konuşan Araştırmacı-yazar Osman Oğuz, toplumcu gerçeklik ve sanatın rolü üzerine bir sunum yaptı.

Panel, soru ve cevap kısmı ile sona erdi.

 

ÜSTERCİ: 30 YILDIR KESİNTİSİZ TRAVMA YAŞIYORUZ

Mezopotamya Sosyal Forumu kapsamında, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (THİV), İştar Kadın Merkezi ve Şırnak Emek Platformu’nun katılımı ile “Toplumsal Travma ile Başetme” isimli, panel düzenlendi. Panelde konuşan Türkiye İnsan Hakları Vakfı üyesi Coşkun Üsterci, Türkiye’nin 30 yıldır kesintisiz, süreğen ve karmaşık bir travmanın etkisi altında olduğunu söyledi.

Panele, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’dan Coşkun Üsterci ile Mersin Akdeniz Belediyesi İştar Kadın Merkezi’nden Psikolog Fahriye Cengiz katıldı. Şırnak KESK Şubeler Platformu Sözcüsü Serhat Uğur ve Platform Üyesi Fırat Bilir, geçtiğimiz günlerde Şırnak ve Cizre’de düzenlenen baskınlarda KCK Davası kapsamında gözaltına alınıp tutuklandığı için panele katılamadılar. Uğur ve Bilir’in yerine Platform üyesi Mahmut Duru katıldı.

Panelde ilk olarak söz alan Türkiye İnsan Hakları Vakfı İzmir Şubesi çalışanlarından Coşkun Üsterci, Türkiye’nin, geçmişin acı deneyimlerini esas olarak ‘unutma’ ve ‘bastırma’ üzerine kuran bir toplum olduğunu ifade ederek, Türkiye’nin 30 yıldır kesintisiz, süreğen ve karmaşık bir travmanın etkisi altında olduğunu söyledi. Ermeni Kırımı, Kürt İsyanları, Dersim, Maraş ve Sivas Katliamları, Darbeler, İşkence ve faili meçhuller gibi bir çok travma yaşadığımızı belirten Üsterci, travmayı ve çatışmayı yaşamamış nesillerinde bu travmalardan ciddi anlamda etkilendiğini vurguladı. Toplumların travmanın etkisini kuşaktan kuşağa aktardığını ifade eden Üsterci, travma ile baş etmede tek başına psikoloji ve psikiyatrinin etkili olmadığını; sosyal ve siyasal bir bakış açısının da şart olduğunu dile getirdi. Travmayla baş etmede kritik kavramın ‘hatırlama’ olduğunu söyleyen Üsterci, geçmişle geniş çaplı yüzleşmenin siyasal, moral, kültürel, bilimsel, pedagojik ve estetik boyutlardan oluşması gerektiğini ifade etti.

 

En fazla işkence görenler Kürtler

Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın, 1990 ve 2010 yılları arasında 12 bin 400 kişiye işkence ve kötü muameleden dolayı fiziksel ve ruhsal tedavi yardımı sağladığını ifade eden Üsterci, bu sayının gerçekte çok çok daha fazla olduğunu; bu kişilerin sadece THİV’e başvuran kişiler olduğunu belirtme ihtiyacı duydu. İşkence ve kötü muameleye maruz kalanların %59’unun Kürt olduğunu söyleyen Üsterci, bu kişilerin çoğunun siyasi nedenlerden dolayı işkenceye maruz kaldığını belirtti.

Üsterci’nin ardından Mersin Akdeniz Belediyesi İştar Kadın Merkezi’nden Psikolog Fahriye Cengiz söz aldı. “Çocuk ve Ergenlerle Toplumsal Travma Çalışmaları” isimli çalışmalarını slayt gösterisi eşliğinde anlatan Cengiz, çalışmalarına katkı sunan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi’ne ve Handan Çoşkun’a teşekkür etti. Çocuklarda yaşanan travmayla baş etmede en önemli görevin anne, baba ve öğretmenlere düştüğünü ifade eden Cengiz, bu sayede travmanın etkisinin azaltılabileceğini vurguladı.

Şırnak KESK Şubeler Platformu Sözcüsü Serhat Uğur ve Platform Üyesi Fırat Bilir, geçtiğimiz günlerde Şırnak ve Cizre’de düzenlenen baskınlarda KCK Davası kapsamında gözaltına alınıp tutuklandığı için Uğur ve Bilir’in yerine Platform üyesi Mahmut Duru katıldı. Duru, Serhat Uğur’un yıllardır çocuklar üzerinde çalışmalar yaptığını ve bu çalışma verilerini bilgisayarına kaydettiğini belirterek, yapılan operasyonlar sonrasında polis tarafından bilgisayarlara el konduğunu söyledi. O yüzden çalışma verilerini dinleyicilerle paylaşamayacağını belirterek Şırnak’ta doğup büyüyen bir birey olarak kendi deneyimlerini paylaştı.

Panel soru cevap bölümünün ardından sona erdi.

 

‘Türkiye’deki ırkçılık devlet eliyle yapılıyor’

MSF etkinlikleri kapsamında düzenlenen ‘Avrupa’da ve Türkiye’de Yükselen Irkçılık’ konulu panelde, Türkiye’deki ırkçılığın devlet eliyle yapıldığına dikkat çekilerek, sivil ırkçılıkta da devletin rolü olduğuna vurgu yapıldı.

Mezopotamya Sosyal Forumu (MSF) etkinlikleri kapsamında Zin Salonu’nda ‘Avrupa’da ve Türkiye’de Yükselen Irkçılık’ konulu panel düzenlendi. Moderatörlüğünü Meral El’in yaptığı panelde Siyaset Akademisi’nden Engin Demir ve Irkçılığa ve Milliyetçiliğe Dur De Girişimi’nden Cengiz  Alğan sunumda bulundu. İlk sunumda bulunan Cengiz  Alğan, Türkiye’de yapılan ırkçılığın Avrupa’da yapılan ırkçılıktan farkının devlet eliyle yapılması olduğuna dikkat çekti. Avrupa’da örneğin Almanya’da Nazilerin Yahudilere yönelik soykırımı, yine Amerika’da siyahlara yönelik ırkçılık yapıldığını anlatan  Alğan, son dönemlerde bu ırkçılığın şekil değiştirerek daha çok kültürlere yönelik ırkçılığın geliştiğini dile getirdi. Buna örnek olarak da İsveç, İsviçre, Danimarka gibi ülkelerde peçenin, türbanın yasaklanarak Müslüman olanlara karşı geliştirilen ırkçılık olaylarını gösteren  Alğan, “Avrupa’da ırkçı partiler yüzde 15 oranında oy alıyor. Bazı yerel yönetimler tarafından da bu ırkçı partiler destekleniyor” dedi.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Balkan savaşlarındaki yenilgilerin ardından kaygıların başladığını, İslam adı altında insanların bir arada tutulmaya çalışıldığını, gayri müslümlere yönelik ırkçılığın geliştirildiğini dile getiren  Alğan, “Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan itibaren de Türklük ve Türkçülük üzerinden ırkçılık yapılmaya başlandı. 1915 yılında Ermeni soykırımı yaşandı. Bu soykırım Nazilerin Yahudilere yaptığından farksız değildi” dedi.

 

‘Türkiye’deki sivil ırkçılıkta devletin rolü bulunuyor’

Sivil ırkçılığın bütün ülkelerde var olduğunu ancak Türkiye’deki sivil ırkçılıkta da devletin rolü olduğuna dikkat çeken  Alğan, şu örnekleri verdi: “Irkçılık dilde de ortaya çıkıyor. Dilimize yerleşmiş ifadeler var. Örneğin Bakan olan Meral Akşener, ‘Bütün PKK’lılar Ermeni’dir’ diyerek hem Kürtleri hem de Ermenileri aşağılamıştır. Şu an Meclis Başkanı olan Cemil Çiçek, son yerel seçimlerde ‘Bunlar Iğdır’ı aldılar Ermenistan sınırına yanaştılar’ diyerek, yine BDP üzerinden Kürt ve Ermenilere yönelik ırkçı ifadeler kullanmıştır. Yine bu ülkenin Başbakanı Tayyip Erdoğan, Ermenilerle ilgili bir tartışmada ‘100 bin Ermeniyi sınır dışı ederim’ ırkçı söyleminde bulunmuştu” dedi. Devletin resmi ideolojisinde Türkiye’de tüm halkların görmezden gelinerek sadece Türklerin yaşadığı zihniyetinin hakim olduğuna dikkat çeken Alğan, eğitim sisteminde de yer alan ‘Andımız’ ve İstiklal Marşı’nın da baştan aşağı ırkçı olduğunu söyledi. Medyada da tirajı en yüksek olan gazetelerde bile Türklerden başka tüm halklara yönelik ırkçı söylemlerin, manşetlerin yer aldığını söyleyen Alğan, “Örneğin, ‘Sünnetsiz kundakçı DTP’li çıktı’ şeklinde haber yapılarak, Ermenileri aşağılanıyor” dedi. Yine 6-7 olaylarında, Maraş, Çorum, Sivas katliamlarında da günler öncesinden ırkçı söylemlerle insanların bir araya getirilerek katliamlar gerçekleştirildiğine vurgu yapan Alğan, Türkiye’de yapılan sivil ırkçılığın nedeninin Türkleştirme olduğunu söyledi.

2006 yılında Trabzon’da misyoner faaliyet yürüttüğü gerekçesiyle bir rahibin öldürüldüğünü, yine 2007 yılında Gazeteci-Yazar Hrant Dink’in katledilerek Ermeni düşmanlığının yeniden ortaya çıkarıldığını söyleyen Alğan, “Ancak ters tepti. Dink’in cenazesine 200 bin kişi katıldı. Ve ‘Hepimiz Ermeniyiz’ sloganı atarak, pankartını taşıdı. Devletin ideolojisinde bu şekilde çatlak oluştu”.

Alğan’ın ardından Engin Demir sunumda bulundu. Demir, “Irkçılığın ortaya çıkışı, insanları ırkçı olmaya iten nedenler nelerdir ya da sebepler var mıdır? İnsanlar hep birbirini boğazlayan şekilde mi yaşadı? Bu soruların cevapları için de tarihte yaşananlara gitmek gerekir” dedi. Irkçılığın bir milleti olmadığına vurgu yapan Demir, “Özgürlük esnekliği, esneklik çeşitliliği getirir. Irkçılık tekçiliktir. Türkiye’de yapılan da Türk ırkçılığıdır.”

 

Ayna: Devletsiz halklar NATO’ya karşı mücadele etmeli

Mezopotamya Sosyal Formu kapsamında ‘Yeni özgürlük Alanları, Yeni Mücadele Hatları’’ adlı panel gerçekleştirildi. Panelde konuşan BDP Milletvekili Emine Ayna, Devletsiz halkların bir araya gelip NATO’ya karşı mücadele etmesi gerektiğine dikkat çekti.

Ferat Salonu’nda gerçekleşen panele BDP Milletvekili Emine Ayna, Emek Demokrasi ve Özgürlük Blok’unu Destekleyen Anarşistler’den Atalay Göçer, Göksun Yazıcı ve Kürşad Kızıltuğ konuşmacı olarak katıldı.

Panelde ilk olarak söz alan Kürşad Kızıltuğ, “19. Yy. Fransız Devrimi’nden başlayarak egemenlerin alt sınıfların, kadınların, kölelerin siyaset yapma biçimini ortaya çıkarıyor. Bu siyaset yapma biçimi özgürleşme isteği biçimiydi aslında” dedi. Kızıltuğ, 1970’li yıllarda PKK’nin ilk çıkış noktasının geleneksel bir çıkış olduğunu söyleyerek bugün ise özerklik ilanı gibi bir çıkışla antikapitalist karşıtı bir evrilme yaşadığını kaydetti.

 

‘Yeni bir yasa özgürleştirmez’

Kızıltuğ ardından konuşmasını yapan Atalay Göçer ise, özgürleştirici nüvelerin halkların ortaklaşması için bir araya geldiğini belirtti. Özgürleşmek için konacak yeni bir yasanın aslında özgürleştirmeyeceğine dikkat çeken Göçer, “Egemenin tamamen yok saydığı terörizm aslında kendisinin aynadaki bir diğer yüzüdür. Terörizm dediğimiz aslında egemenin dili fakat biraz bu kavramı sahiplenmek istiyorum. Biz teröristiz dediğimizde aslında egemenlerin tarihsel boyutuyla dışladığı boyutu ile sahipleniyoruz. Dolayısı ile şiddet kavramını biraz daha düşünmemiz lazım” şeklinde konuştu.

 

‘Biz anarşistler Kürtlerle beraber başarabiliriz’

Göksun Yazıcı da, bloğa desteklerini açıkladıkları zaman çok büyük tepki aldıklarını belirterek kendilerine ‘Aman anarşistler oy mu kullanırmış’ şeklinde yazılı maillerin geldiğini ifade etti. Yazıcı, “Bloğa desteğimizi açıklamaya başlayacağımız süreç aslında kendi içimizde yeni bir alan arayışı başladı. Yeni bir örgütlenme modelini düşünmemizi de getirdi. Biz anarşistler olarak Kürtlerle beraber çalışarak başarabiliriz” dedi.

Yazıcı’nın ardından söz hakkı alan Emine Ayna ise, “Devletsiz halkların bir araya gelip NATO’ya karşı bir mücadele hattı oluşturması lazım. Ve bu sistemden zarar gören tüm halkların oluşturabilecekleri bir hat yaratılması gerek. Ancak bu şekilde aşılacaktır” dedi. Ayna, sistemin zarar verdiklerine destek olmak gerektiğini ve bu nedenle yeni özgürleşme ve mücadele alanlarının gerektiğine dikkat çekti.

Konuşmacıların sunumunun bitimi ardından katılımcılar söz hakkı alarak düşüncelerini ifade ettikten sonra panel son buldu.

 

Ekolojik kentler ve Halklar baharı tartışıldı

MSF’nin öğleden sonraki “Özerk topluluklar ve ekolojik kent” başlıklı oturumunda konuşan yaşam savunucusu Deniz Özgür AKP’nin ekonomik bunalımı aşmak için kentleri rant yuvası dönüştürdüğüne işaret etti.

Panelde ilk olarak TMMOB adına Kamuran Sami konuştu. “Bu bölge için ilan edilen seferberlik halini dikkate almadan korkmadan bu bölgeye geldiğiniz için hepinize teşekkür ederim” diyerek konuşmasına başlayan Sami, bir toplumda demokrasi sorunu varsa o toplumda ekoloji sorununun da olacağını söyledi. Kürt illerindeki belediye yönetimlerinin aykırı belediyecilik yaptığını, otoriteden bağımsız hareket ettiğini dile getiren Sami, bölge beledihyelerinin örnek belediyecilik yaptığını söyledi. Sami’nin ardından Öztürk kısa bir konuşma yaptı. Küresel ekonomi nedeni ile ekolojik biir toplumun kurulmasının zorlaştığını ifade eden Öztürk, toplumsal ekoloji üzerine olan akademik düşüncelerini aktardı. Öztürk’ün ardından Biehl bir konuşma yaptı. Biehl konuşmasında toplumsal ekolojiyi derinlemesine anlatarak, toplumsal yaşam ile doğal tarih arasında tanımladığı bağımlılık ilişkisinin bir başka unsuru olarak da akıl ile doğal evrim arasındaki ilişkiyi ortaya koydu.

 

‘TOKİ, TSK arazileri hariç her yere bina yapabiliyor’

Biehl’in ardından konuşan Deniz Özgür ise, AKP’nin ekonomik bunalımı aşmak için kentleri bir rant alanına dönüştürdüğüne dikkat çekerek TOKİ’leri buna örnek gösterdi. “TOKİ’ler bu rant yuvasının en güzel örneğidir. TOKİ bugün İstanbul’da TSK’nın arazileri hariç istediği yeri alıp üzerine istediğini yapabiliyor” diyerek AKP’nin kentleşme politikasına yönelik tepkisini dile getiren Özgür, hükümetin 2006’dan beri kentler üzerinde rant hesabını yaptığını ve bugün projelerle bu rant hesaplarını hayata geçirdiklerini söyledi.

Özgür’ün konuşmasının ardından katılımcıların soru cevapları ile oturum sona erdi.

 

Halk Ayaklanmaları Önderliği

MSF kapsamında açılan gençlik çadırında da Gençlik; Halk Ayaklanmaları Önderliği paneli düzenlendi. Panele konuşmacı olarak Demokratik Yurtsever Gençlik üyeleri (DYG), Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF) Ali Tektaş, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi Gençliği, Ürdün Halk Birliği Partisi, Demokratik Gençlik Hareketi, Yeni Demokrat Gençlik ve Ciwanen Welatparezen Başure Kurd Mamoste Şalaus katıldı. Dinleyicilere Türkçe, Kürtçe, İngizilizce ve Arapça çeviriler yapıldı.

Panelde, “Gençlik ve Halk Ayaklanmaları Önderliği” konusunda Ortadoğu’da Gençlik ve Halk Ayaklanmaları” başlığında sunum yapan Ciwanen Welatparezen Başure Kurd temsilcisi Mamoste Şalaw Ortadoğu’da işgal politikalarının devam ettiğini vurguladı. Şalaw, “Özellikle Güney Kürdistan’da ABD ve Avrupa destekli Türkiye’nin rolü arttırılmaya çalışılmaktadır. Ticaret ve su politikaları ile işleyen bu politikalar şu anda da İslam’da kullanılarak yapılmaya devam etmektedir” şeklinde konuştu. Şalaw “90’lı yıllardan bu yana Arap aslında özellikle Ortadoğu coğrafyasında ciddi bir gençlik örgütlenmesi başlamıştır. Bu başkaldırı ve örgütlenme devam etmektedir. Fakat bu örgütlenme karşı gençlik üzerinde ciddi bir yozlaştırma politikası da dayatılmaktadır. Genceler birbirlerine yabancılaştırılmaya çalışılmaktadır” şeklinde konuştu. Şalaw gençlik üzerinde yabancılaştırmanın yanı sıra yozlaştırma ve kültürsüzleştirmenin de var olduğunu altını çizerek, “Türkiye, Irak, İran ve Suriye gibi faşist ülkeler özellikle devrimi geciktirmeye çalışıyor” dedi. Şalaw son olarak ise “Arap baharı”na değinerek, “Ortadoğu halklar baharı vardır Arap baharı ise suni bir kavramdır” dedi.

Panel soru ve cevap kısmının ardından sona erdi.

 

‘Kürtler Ortadoğuda ki en örgütlü halk’

Tigris salonunda gerçekleştirilen ve moderatörlüğünü Faik Bulut’un yaptığı “Arap baharını okumak; olasılıklar ve sonrası” konulu oturuma Gazeteci-Yazar Yusuf Karadaş, Dicle Üniversitesi öğretim üyesi İrfan Açıkgöz, Özgür Gündem Gazetesi Editörü M. Ali Çelebi, Lübnan Komünist Partisi üyesi Nidal Chartouny, Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi üyesi Osama Tamim ve Ürdün Halk Birliği üyeleri katıldı.

Oturumda ilk olarak söz alan Lübnan Komünist Partisi üyesi Nidal Chartouny, Arap baharının güneşinin özellikle kapitalizm ve Emperyalizmin yaşadığı çalkalanma ile doğduğunu belirterek, “Ortadoğu’daki tüm ayaklanmalar zulmü ve sömürüyü bitirmek için gerçekleşti. Ancak rejimin başını düşürmek rejimi düşürmek anlamına gelmemektedir. Emperyalizm ve siyonizme karşı savaşmak kolay değil henüz yolun başındayız, mücadeleyi yükselterek devam ettirmek ve devrimi yaymak gerekir. Emperyalist güçler Ortadoğu’yu küçük, güçsüz ve etki altına alabileceği şekilde dizayn etmek istiyor. Bölgedeki ilerici halk güçlerinin birleşmesi konusunda yeniden önderliği eline alıp sosyalizmi kurması gerekiyor” diye konuştu.

Chartouny’nin ardından konuşan Özgür Gündem Gazetesi Editörü M. Ali Çelebi ise bu sistemlerin nasıl devrildiği konusunu iyi irdelemek gerektiğini belirterek, “ halklar direnme hakkını kullandı. Önemli olan direniş ve durmadan atılım sürecidir. Bunu süreklileştirmek lazım. Kelebeklerin nasıl ışığa ‘koşması’ engellenemiyorsa, insanlığında özgürlüğe yürüyüşü engellenemez. Arap ülkelerine öngörülen kapitalist zihniyetlere karşı anti tez üretmek gerekir. Öz yönetim, konfederalizm Arap ülkelerin tartışması gereken konulardır” dedi.

Çelebi’nin ardından konuşan Filistin Demokratik Kurtuluş Cephesi üyesi Osama Tamim, Arap dünyasının hiçbir başkentinin ‘Arap Baharından kaçamadığını söyleyerek, Kraliyetleri, cumhuriyetlere, demokrasilere dönüştürülmesi gerekir. Bizler Filistinli olarak diyoruz ki; Toplumsal hareketin dönüşümü devam ediyor ve halk ayaklanmaları kazanacak” diye konuştu.

Dicle Üniversitesi öğretim üyesi İrfan Açıkgöz ise Ortadoğu’da yaşananları bir toplumsal dalgalanma olarak tanımladığını söyleyerek, “Asıl nedenlerden biri kapitalizmin ve yoksulluğun önlenememesidir. Ortadoğu’nun Latin Amerika’dan etkilendiğini belirtenlere şunu sormak gerekir; yanı başlarındaki Kürt Özgürlük mücadelesinden hiç mi etkilenmediler? “

Açıkgöz’ün ardından söz alan Gazeteci-Yazar Yusuf Karadaş ise Arap coğrafyası daha çok batı merkezli oryantalist bir bakış açısıyla görüldüğünü, ‘burada bir halk ayaklanması olmuşsa dışardan yapılmıştır’, çünkü Arap halkı ayaklanma yapamaz cahil bir halk olarak gösterilmeye çalışılıyor gibi bir algı yaratılması durumu, Kürtler içinde geçerli olduğunu belirterek, “ Egemenler tarafından böyle gösterilmeye çalışılıyor. Kürtler, kendisi için özgürlük istemez, olsa olsa başkaları tarafından isyan eder söylemi egemenlerin söylemidir. Arap ayaklanmaları birden bire ortaya çıkan bir durum değildi. Daha önceden Tunus ve Mısır’ da işçi eylemleri, Yemenin güneyinde ayrımcı politikalara karşı eylemler, diktatörlere karşı hoşnutsuzluğun daha önceden başladığının göstergesiydi”

Bu ayaklanmalar öncesinde Emperyalist güçlerin diktatörlerle araları iyi olduğunu dile getiren Karadaş, “ Kürtler, bulunduğu bölge içerisinde şu an en örgütlü halk durumunda ve Ortadoğu’nun yenilenmesinde söz sahibi olacak pozisyonda. Bölgede yaratılmaya çalışılan gerici yapılanmalara karşı, demokratik, ilerici bir yapılanma kurulmasında, Kürtlerin büyük katkısı olacaktır” diye konuştu.

Panel daha sonra soru cevap şeklinde devam etti.

 

Görgün: AKP Ortadoğu’da ABD’de taşeronluğu yapıyor

Mezopotamya Sosyal Formu kapsamında yapılan ‘İş Yaşamında dönüşüm Ve Yeni Sendikal Olanakları’ adlı panelde konuşan DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün, “Barış sözünün pek de fazla rağbet görmediği bir dönemdeyiz. Türkiye, AKP hükümetinin eliyle, bir yandan bölgede ilan edilmemiş bir savaşı sürdürüyor, inkar ve imha politikalarında ısrar ediyor, diğer yandan Ortadoğu’da Kuzey Afrika’da mezhepçilik üzerinden ABD taşeronluğuna soyunup bölgede karşı devrimin zeminini güçlendiriyor” dedi.

Tigris Salonu’nda gerçekleşen panele EMEP GYK üyesi Mehmet Türkmen, Erkan Aydoğanoğlu, DİSK Genel Sekreteri Tayfun Görgün ve KCRO-DUHOK yöneticilerinden Ekrem May konuşmacı olarak katıldı. İlk olarak konuşmayı gerçekleştiren Erkan Aydoğdu, “Bugünkü sendikalarımız 1970 yıllarda ulusal anlamda değişim yaşadı. Neden bunu tercih etti çünkü sermaye emeğin ucuz olması gerektiğinden dolayı idi. Sendikalar emeğin fiyatını yükseldiğinden dolayı patronlar bunları kabul etmedi” dedi.

 

‘Taşeronun Türkçe anlamı ‘hayvan gibi çalışmaktır’ ‘

Aydoğanoğlu, AKP döneminde 11 taşeron firmanın olduğunu bugün ise yüz bin taşeron firmanın olduğunu belirterek, Türkiye de kamuda bugün ise yüz bin işçinin çalıştığını ifade etti. Taşeronun Türkçe anlamının ‘Hayvan gibi çalışmak’ anlamına geldiğini söyleyen Aydoğanoğlu, “Dünyada aile bireylerinin istihdam şeklinin en kötü olduğu yerlerden birinin Türkiye’dir. 6 milyon güvencesiz çalışan insan var. Başbakan televizyonlara çıkıp çok güzel konuşuyor. Fakat kendi alt kesiminde yapılan asimilasyonları kimseye anlatmıyor” dedi.

 

‘Türk, Kürt, Arap halklarının kardeşliği temelinde geniş cephe örmek durumundayız’

Aydoğanoğlu’nun konuşması ardından söz hakkı alan Tayfun Görgün ise, “Barış sözünün pek de fazla rağbet görmediği bir dönemdeyiz. Türkiye, AKP hükümetinin eliyle, bir yandan bölgede ilan edilmemiş bir savaşı sürdürüyor, inkar ve imha politikalarında ısrar ediyor, diğer yandan Ortadoğu’da Kuzey Afrika’da mezhepçilik üzerinden ABD taşeronluğuna soyunup bölgede karşı devrimin zeminini güçlendiriyor” şeklinde konuştu. Görgün, Arap Baharı’nın genç işsizlerin, umutsuzların, yoksulların, işçilerin ateşlediği fitili ne yazık ki, emperyal güçlerin elinde bir oyuncağa çevrilmek istendiğini kaydetti. Görgün konuşmasına şöyle devam etti: Biz bu süreçte ısrarla, bölgemizde, yani Anadolu’da, yani Mezopotamya’da, yani Ortadoğu’da Türk, Kürt, Arap halklarının kardeşliği temelinde, en geniş cepheyi örmek durumundayız. Bunu yapacak irade özgürlük ateşi ile barışın meşalesini yakmaktan geçiyor. Bunun yolu emek ve demokrasi mücadelesini kararlı bir biçimde örmekten geçiyor.

 

‘Hükümet daha fazla adalet ve yasa getirmez ise daha fazla çalışacağız’

Görgün ardından konuşan Ekrem May da, Kürdistan Federal Bölgesi’nde sivil örgütlenmenin üniversite, sendika ve sivil toplum örgütlenmelerinden mevcut olduğunu belirtti. May, 1991 yılında Kürdistan özgür Halk Hareketi’nin başladığını ve bu yapının sivil halkın eline geçtiğini belirtti. May, “2003 yılında Amerika’nın Irak bölgesine girmesi ile birlikte örgütlenme ve merkezler hızlandı. Bundan ötürü biz sivil örgütlenmeler için kanun istedik. Bunun yanı sıra kadın örgütlerimiz var onlar şuanda iyi çalışıyorlar. Eğer hükümet yeni yasalar ve daha fazla adalet getirmez ise bizler daha fazla çalışmalarımızı yürüteceğiz. Gerekir ise parlamento önünde ve adalet sarayı önünde eylemlerimizi yapacağız” dedi.

Konuşmacıların ardından panel son buldu.

 

MSF’de kadın yürüyüşüne polis engeli

Mezopotamya Sosyal Forumu (MSF) kapsamında yapılması planlanan “Kadın kırımına karşı yürüyüş” polis tarafından engellendi.

Sümerpark’tan Sanat Sokağı’na yapılmak istenen yürüyüşe polis, güvenliği gerekçe göstererek izin vermedi.

Kadınların yürümekte ısrar etmesi üzerine önleri panzer ve çevik kuvvet polisleri tarafından kesildi.

Kadınlar polisin engellemesini “Kadınlar isyanda vicdanlar sokakta”, “Jin, jîyan, azadi”, “Faşizme karşı omuz omuza”, “Kadınlara değil çetelere barikat”, “Baskılar bizi yıldıramaz” sloganlarıyla polisin tutumunu protesto etti.

Kadınlar, engelleme üzerine Sümerpark kapısı önünde basın açıklaması yaptı.

(DİHA, Etkin Haber Ajansı)

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
236AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin